Gazeteciler, mesleklerini niye yaptıklarını açıklamaya çalıştıkları vakit, kendilerine ilişkin öyle inanılmaz bir tablo çizerler ki uhrevi bir gücün etkisiyle Allah katına çıkacaklarını dahi düşünebilirsiniz.
Bir de yukarıdan asağıya inenler vardır. Bunlar, dolaylı biçimde gazetecilerin rakibi olan sanatçı ve edebiyatçılardır (kısaca sadebiyatçı diyelim). Bu gruptakiler, insanoğlunun yüzyıllardır süregelen bütün asal sorunlarına, ucu ışık saçan parmaklarıyla dokunmak için yeryüzüne gönderilmiş gibidirler. Onlar sadece kendi zamanlarıyla değil, bütün zamanlarla hesaplaşırlar. Ölümsüzdürler. İste bu nedenle hep yukarıda bir yerdedirler. Aralarında, ayaklarını yere basanlar da azımsanmamalı.
Sadebiyatçılar ile gazetecilerin, toplum ve hayatla ilişkileri konusunda kendilerine biçilen misyonu ciddiye alırsak, şöyle absürd bir benzetme yapabiliriz: Sadebiyatçılar tam teçhizatlı bir hastane, gazeteciler ise sadece ilk yardım çantası…
Gazeteciler yaşadıkları zamanın ihtiyaçlarına cevap verirler. Tıpkı insanlar gibi ölümlüdürler. Daha çok üretir ve daha çok etkilerler. Çar çabuk iş görür ama çoğu zaman da hayat kurtarırlar. İçlerinden pek çoğu, bu işi, iş olsun diye değil, toplumu aydınlatmak, onların gözünü açmak için yaptığını iddia eder. İşlerinin ne kadar büyük fedakarlık gerektirdiğinden söz etmek için de hiç bir fırsatı kaçırmazlar. Gazetecilere bakarsanız, Onlar, toplumun gözü kulağı, hatta neredeyse damarında akan kanıdır.
Ancak gün geçmiyor ki yukarıda tarif edilen klasik gazetecilik mitinin inandırıcılığını zedeleyecek yeni bir iddia, yeni bir tartışma, yeni bir araştırma ortaya atılmasın.
Örneğin üç hafta önce burada, yani Amerika’da bir araştırma yapıldı. Pew Research Center’in bu araştırmasına göre, Amerikan halkının ilgisiyle medyanın ilgi nokraları arasında ciddi bir fark var. Bazı konular var ki basın tarafından çok işleniyor, ancak halk bu konulara hiç yüz vermiyor. Bazı konular var ki halk cok ilgileniyor ancak basının umurunda değil. Yani araştırma sonuçları gösteriyor ki gazeteciler toplumun damarında akan kan falan değil.
Şimdi diyeceksiniz ki “Halk dediğiniz nedir ki, Onlar zaten değersiz olguların çekim gücüne kendilerini teslim etmişler. Gazeteci dediğin ise halkın yüz vermediği ama aslında halk için önemli olan meseleleri dile getirmeli.”
Hayır efendim öyle de değil. Bakın, Amerika’da şu an için en önemli konu Irak savaşı. Çünkü halk çocuklarını kaybediyor. Halkın ödediği vergiler kendilerine hizmet olarak geri dönmüyor, savaşa harcanıyor. Ekonomi ikide bir havale geçiriyor. Yani Irak olayı hayatın her alanında toplumun karşısına ayrı bir sorun cisminde çıkıyor.
İşte bu nedenlerle halkın Irak konusuna ilgisi büyük. Örnegin radyo televizyon, kablolu televizyon, gazete ve dergi aracılığıyla haber takip eden halkın yüzde 25’i Irak’daki durumu takip ediyor. Oysa medyanın Irak’daki duruma ayırdığı yer sadece yüzde 3. Aynı zamanda Bush hükümetinin Irak politikasına halkın yüzde 8’i ilgi gösterirken, basında diğer haberlerle kıyaslandığında da bu konuya ayrılan yer sadece yüzde dört. Yani yarı yarıya bir fark var.
Aynı kurumun yaptığı bir başka araştırma ise yine halkın aslında hiç de küçümsenmemesi gerektiği, ve kalabalıkların pek cok konuda olan bitenin farkında olduğunu ortaya cıkarıyor. Medya temsilcileri, “halk magazin haberlerine bayılıyor, biz de ihtiyaca cevap veriyoruz” derken, tam tersine, halk, medyayı mazagin haberlerine fazla yer vermekle suçluyor.
Düzenli olarak haber takip edenlerin yüzde 87’si, medyayı, ünlülerin hayatlarıyla ilgili magazin haberlerine fazla yer vermekle itham ediyor.
Araştırmaya göre yine aynı kesim, medyada çok fazla magazin haberleri yer alması konusunda, hem medyayı hem de halkın kendisini suçluyor. Ancak medyayı suçlayanların oranı yüzde 54 iken, halkı bu magazin haberlerine cok ilgi göstermekle suçlayanların oranı yüzde 32.
Her iki araştırmanın sonuçlarından da anlaşılıyor ki medya aslında toplumun nabzını tutmakta pek başarı sağlayabilmiş değil. Hatta çok önemli konulara ilgisiz kaldığı için, toplumun gerisine bile düşüyor.
Bu araştırma verileri insana ister istemez şunu dedirttiriyor: “Toplumun aklı gidiyorsa bir şekilde yine geri geliyor. Ya medyanın aklı?”
Amerikan Medyası Halkın Nabzını Tutamıyor
Gazeteciler, mesleklerini niye yaptıklarını açıklamaya çalıştıkları vakit, kendilerine ilişkin öyle inanılmaz bir tablo çizerler ki uhrevi bir gücün etkisiyle Allah katına çıkacaklarını dahi düşünebilirsiniz.
Bir de yukarıdan asağıya inenler vardır. Bunlar, dolaylı biçimde gazetecilerin rakibi olan sanatçı ve edebiyatçılardır (kısaca sadebiyatçı diyelim). Bu gruptakiler, insanoğlunun yüzyıllardır süregelen bütün asal sorunlarına, ucu ışık saçan parmaklarıyla dokunmak için yeryüzüne gönderilmiş gibidirler. Onlar sadece kendi zamanlarıyla değil, bütün zamanlarla hesaplaşırlar. Ölümsüzdürler. İste bu nedenle hep yukarıda bir yerdedirler. Aralarında, ayaklarını yere basanlar da azımsanmamalı.
Sadebiyatçılar ile gazetecilerin, toplum ve hayatla ilişkileri konusunda kendilerine biçilen misyonu ciddiye alırsak, şöyle absürd bir benzetme yapabiliriz: Sadebiyatçılar tam teçhizatlı bir hastane, gazeteciler ise sadece ilk yardım çantası…
Gazeteciler yaşadıkları zamanın ihtiyaçlarına cevap verirler. Tıpkı insanlar gibi ölümlüdürler. Daha çok üretir ve daha çok etkilerler. Çar çabuk iş görür ama çoğu zaman da hayat kurtarırlar. İçlerinden pek çoğu, bu işi, iş olsun diye değil, toplumu aydınlatmak, onların gözünü açmak için yaptığını iddia eder. İşlerinin ne kadar büyük fedakarlık gerektirdiğinden söz etmek için de hiç bir fırsatı kaçırmazlar. Gazetecilere bakarsanız, Onlar, toplumun gözü kulağı, hatta neredeyse damarında akan kanıdır.
Ancak gün geçmiyor ki yukarıda tarif edilen klasik gazetecilik mitinin inandırıcılığını zedeleyecek yeni bir iddia, yeni bir tartışma, yeni bir araştırma ortaya atılmasın.
Örneğin üç hafta önce burada, yani Amerika’da bir araştırma yapıldı. Pew Research Center’in bu araştırmasına göre, Amerikan halkının ilgisiyle medyanın ilgi nokraları arasında ciddi bir fark var. Bazı konular var ki basın tarafından çok işleniyor, ancak halk bu konulara hiç yüz vermiyor. Bazı konular var ki halk cok ilgileniyor ancak basının umurunda değil. Yani araştırma sonuçları gösteriyor ki gazeteciler toplumun damarında akan kan falan değil.
Şimdi diyeceksiniz ki “Halk dediğiniz nedir ki, Onlar zaten değersiz olguların çekim gücüne kendilerini teslim etmişler. Gazeteci dediğin ise halkın yüz vermediği ama aslında halk için önemli olan meseleleri dile getirmeli.”
Hayır efendim öyle de değil. Bakın, Amerika’da şu an için en önemli konu Irak savaşı. Çünkü halk çocuklarını kaybediyor. Halkın ödediği vergiler kendilerine hizmet olarak geri dönmüyor, savaşa harcanıyor. Ekonomi ikide bir havale geçiriyor. Yani Irak olayı hayatın her alanında toplumun karşısına ayrı bir sorun cisminde çıkıyor.
İşte bu nedenlerle halkın Irak konusuna ilgisi büyük. Örnegin radyo televizyon, kablolu televizyon, gazete ve dergi aracılığıyla haber takip eden halkın yüzde 25’i Irak’daki durumu takip ediyor. Oysa medyanın Irak’daki duruma ayırdığı yer sadece yüzde 3. Aynı zamanda Bush hükümetinin Irak politikasına halkın yüzde 8’i ilgi gösterirken, basında diğer haberlerle kıyaslandığında da bu konuya ayrılan yer sadece yüzde dört. Yani yarı yarıya bir fark var.
Aynı kurumun yaptığı bir başka araştırma ise yine halkın aslında hiç de küçümsenmemesi gerektiği, ve kalabalıkların pek cok konuda olan bitenin farkında olduğunu ortaya cıkarıyor. Medya temsilcileri, “halk magazin haberlerine bayılıyor, biz de ihtiyaca cevap veriyoruz” derken, tam tersine, halk, medyayı mazagin haberlerine fazla yer vermekle suçluyor.
Düzenli olarak haber takip edenlerin yüzde 87’si, medyayı, ünlülerin hayatlarıyla ilgili magazin haberlerine fazla yer vermekle itham ediyor.
Araştırmaya göre yine aynı kesim, medyada çok fazla magazin haberleri yer alması konusunda, hem medyayı hem de halkın kendisini suçluyor. Ancak medyayı suçlayanların oranı yüzde 54 iken, halkı bu magazin haberlerine cok ilgi göstermekle suçlayanların oranı yüzde 32.
Her iki araştırmanın sonuçlarından da anlaşılıyor ki medya aslında toplumun nabzını tutmakta pek başarı sağlayabilmiş değil. Hatta çok önemli konulara ilgisiz kaldığı için, toplumun gerisine bile düşüyor.
Bu araştırma verileri insana ister istemez şunu dedirttiriyor: “Toplumun aklı gidiyorsa bir şekilde yine geri geliyor. Ya medyanın aklı?”