Dersim Notları: Festival, Siyaset, Ziyaret ve Arınmak
28Ağustos2007,Salı
Bu yılki Munzur Festivali, kayda değer bir sorun yaşanmadan başladı ve öylece de bitti. Ataması henüz yapılmadığı için “geçici” olarak görev yapan vali Mustafa Yaman da, gerek açılış, gerekse diğer etkinliklere katılarak halkta olumlu bir izlenim bıraktı. Daha önce Mazgirt kaymakamlığı yapan Yaman’ın, halkla iletişim ve diyaloga önem ve özen göstermesinin, sadece festival günleriyle sınırlı kalmaması, insanların ortak temennisiydi. Festival programı, sanatçılar bakımından zengin sayılırdı. Tara Jaff, Metin Kahraman, Aynur Doğan, Mikail ve Ferhat Tunç konserleri, akılda kalacak başarılı konserlerdi. (Ancak, Munzur kıyısındaki konserlerde, ızgara kokuları ile tuvaletlerden gelen kokuların birbirine karışmasının yarattığı rahatsızlık veren ortamı belirtmeden geçemeyeceğim.)
Festival ve Munzur, doğa, kültür…
Munzur Festivali’nin esas meselesinin ise, konseptiyle ilgili olduğunu belirtmek durumundayım. Bu yöndeki eleştiriler bu yıl da devam etti. Adı “doğa ve kültür festivali” olan bir etkinliğin sadece konserlerle sınırlı veya konserleriyle akılda kalan bir duruma indirgenmesi, gerçekten de üzerinde durmaya değer bir konu. Geçen yıl, Munzur Aydın ve Sanatçılar Platformu’nun (MASAP) da bu yönde ciddi eleştirileri söz konusu olmuştu. Munzur Doğa ve Kültür Festivali, içerik bakımından daha zengin bir etkinlik olarak yeniden ele alınmayı, tanımlanmayı gerektiriyor. Çatışma ve operasyonların yaşandığı, orman yangınlarıyla ciğerlerimizin dağlandığı bir coğrafyada, kimlik, dil ve kültürel değerleriyle ilgili sorunlar söz konusu iken, sorunu ilgi gören konserlerle sınırlandıran bir yaklaşım, bana da oldukça sorunlu geliyor.
Ve bu arada Munzur üzerindeki barajların yapımı devam ediyor… Bu can alıcı önemdeki sorunla ilgili var olan duyarlılığın giderek köreldiğini söylemekten acı duyuyorum, ama gözlemlediğim gerçek de budur. “Munzuruma Dokunma” şiarımızın, sadece içkili ortamlarda sözü edilen bir duruma gelmesinden rahatsızlık duyan insanların sayısı az değil. Ve o Munzur ki, hırçın, çılgın, ket vurulamaz özgür akış hızından çok şey kaybetmişti. Suların düzeyi, yarı yarıya denilebilecek ölçüde azalmıştı. Munzur gözelerinin çoğu, kurumuştu… Önceki yıl, “en gür çağlayan göze”nin kurumuş olduğuna tanıklık etmekten acı duymuştum. Bu yıl gördüğüm manzara, daha feciydi. “Küresel ısınma” felaketinin somut sonuçları bununla da sınırlı değildi; Dersim’in iklimi değişmişti adeta. Nemli ve bunaltıcı bir sıcak vardı. Suların serinliği de azalmıştı sanki. Bu tablo ve genel olarak Türkiye’nin yaşamakta olduğu kuraklık ve diğer “küresel ısınma”dan kaynaklanan problemler, Munzur ve genel olarak su kaynaklarımızın önemini bizlere bir kez daha hatırlatmalı. Munzur duyarlılığımızın sıradanlaşmaya yüz tutması, hepimizi düşündürmeli. Unutmayalım; kendi sorunlarımıza karşı ilgisizleşmemiz, bizleri haklı olarak eleştirdiğimiz politikaların sahiplerine karşı güçsüz kılıyor…
Dersim ve siyaset...
Dersim kadar her bir anında politika konuşulan bir başka kent daha var mıdır, bilmiyorum. Bizi misafir eden arkadaşlarımın evinde, oturduğumuz her yerde ve bir bütün olarak, insanlarımızın bulunduğu her yerde, yerel ve genel siyaset gündeminin sorunları konuşuluyordu. Beraberimdeki bazı arkadaşların bundan sıkıldığını da fark etmedim değil. Ama yapacak bir şey yoktu elbette; Dersimli olmak, Dersim’de olmak böyle bir şeydi… Hatırlatmış olayım; Dersim, 12 Eylül cuntacılarının göstermelik bir referandumla halkın önüne getirdikleri 12 Eylül 1982 Anayasası’na çoğunlukla “hayır” diyen tek ildi…
Seçim sonuçları açısından bir “Dersim farkı”nın ortaya çıkması, tabii ki en revaçtaki konuydu. Yanı sıra, artık görünür hale gelen yerel seçimlerde ne olacağı da konuşuluyordu. AKP’nin büyük seçim başarısı, CHP’nin genel olarak olduğu gibi Dersim’de de sandığa gömülmesi, üzerinde yorum ve değerlendirmeler yapılan konular içerisindeydi. Fakat, Türkiye’de siyasi dengeler değişti, taşlar yerinden oynadı, “eski” duyarlılık ve bunlardan beslenen tercihlerin yerini başka ve daha gerçekçi ölçüler almaya başladı. Siyaset aktörlerinin, bu tabloyu çok iyi analiz etmeleri zorunluluğu var. Türkiye’nin yeni bir “sol” umuda ihtiyacı var. Mevcut iflas eden “sol”u aşmak, yeni ve mutlaka demokratik, yenilikçi, gündelik yaşam beklentilerine yanıt olma perspektifine sahip bir sol doğrultu oluşturmak gerekiyor ve bunun için yitirilecek bir an bile yok bence. “Sol” adına milliyetçilik yapmak iflas etmiştir, mahkum olmuştur; ama beraberinde, daha fazla demokrasi ve özgürlük beklentilerimizi belirsiz yarınlara erteleyen, dolayısıyla gündelik sorunlara çözüm öneri ve projeleri geliştirme çabasını küçümseyen “sol” anlayışların da yaşam pratiğinde bir karşılığı olmadığını/kalmadığını da görmek gerekiyor. Dersim, böylesi bir demokratik mecrada gelişecek yeni bir sol gelişime açık olmasıyla, önemlidir; hatırlatmış oluyorum.
Ziyaret…
Tunceli-Ovacık yolu, yani Munzur Vadisi, acılı tarihinin izlerini bugüne taşıyan cennetten bir parça gibidir. Yol üzerindeki Anafatma ziyareti, insanlarımızın mum yakarak, kurban keserek dilek tuttukları yerlerden biridir. İnsanlarımız, Tunceli merkezden Anafatma’ya kadar yürüyerek burada mum yakar, dua eder, dilek tutarlar. Aslında adetin doğrusu, ziyaretlere çıplak ayakla yürümektir. Ama bunu yapan pek az insan kaldı. Bir de arabası olanlar, arabalarıyla gelmeyi tercih ediyorlar. Bunlar, anlaşılabilir şeyler diyelim…
Bu yıl, her sene çıkmayı kendimce bir gelenek haline getirdiğim Düzgün Baba’ya çıkamadım. Festival yoğunluğu ve kalabalıktan dolayı, zaman ve fırsat yaratamadım buna. Ama beraberimdekilerle Anafatma’ya yürüdüm. Arkadaşlarım da Dersim’liydi, ama büyük şehir ortamlarında, ister istemez bazı şeyleri unutmuştu kimisi. Yürürken zorlandılar da. Sonuçta Anafatma’ya vardık. Tepeye de çıktık. Yanımızdaki mumları çıkarıp yaktık. Yorgunluktan karşı karşıya olduğumuz güzelliğin dahi farkında olmayan biri, mum yakan arkadaşlardan birine seslendi, “benim için de bir mum yak” diye. Arkadaş ona tuhaf gözlerle baktı ve “mumu kendin yakmak durumundasın, eğer bir dilek de tutmak istiyorsan” dedi. “Ha öyle mi” diye yanıtladı o da. Sonra aşağıya indik tepeden. Gurbetten gelen bir aile, kurban kesmişti. Gelenlere karpuz ve kurban dağıtıyorlardı, “lokma” niyetine. Kendisine uzatılan karpuz dilimini alan deminki arkadaş, “a, ne hoş” dedi. Hava sıcak, karpuz serin bir “sürpriz” idi. Cevabının, “Hak qebul bikero” olması gerekirdi ama, yani “hak kabul etsin”.
Kendi memleketlerinde turist gibi dolaşan insanlar diyarı aynı zamanda Dersim… Bunun nedenleri var elbette. Ama bu nedenleri biraz da kendimizde aramamız gerektiğini düşünüyorum. Bu da, öncelikle, kendi manevi ve duygusal, vicdani dünyasında bir kökü, bir aslı olmak duygu ve duyarlılığına sahip olmak ve beraberinde, özeleştiri ihtiyacı duymak sorunu oluyor.
Arınmak…
Ben Dersim’e her gittiğimde, içinde yaşadığımız dünyanın çirkinliklerinden kendimi arındırma duygusuyla doluyorum. Acılı tarihimizi, güzelim coğrafyamızı beraber yaşamanın duygusal karmaşası içerisinde, yeniden “normal” yaşamlarımıza dönmeden, ahlaki ve vicdani bir arınmayı yaşamaya çalışıyorum. İster istemez bir parçası olduğum gündelik yaşam ve ilişkilerin sahteleştiren, bencilleştiren, insani duyarlılıklarımızı körelten etkilerinden arınmam gerektiğini düşünüyorum. Mesele “inanç” duyup duymamaktan çok, bunu bir “ihtiyaç” olarak görüp görmemektir diye düşünüyorum. Her insanın bunu yapmasına vesile olacak anlam ve değer verdiği bir “gerekçesi” olması gerektiğine inanıyorum.
Bu yıl Dersim’de, kendimle olmayı başaramadım yeterince. Bunun ağırlığıyla döndüm İstanbul’a. Ve hayatı yüreğimde, omuzlarımda bir “ağırlık” olarak hissetmenin, taşımanın günahkar hüznü içerisinde geçen günleri, yararlı işler yapmaya gayret etmekle anlamlı kılmaya çalışıyorum…
Dersim Notları: Festival, Siyaset, Ziyaret ve Arınmak
Bu yılki Munzur Festivali, kayda değer bir sorun yaşanmadan başladı ve öylece de bitti. Ataması henüz yapılmadığı için “geçici” olarak görev yapan vali Mustafa Yaman da, gerek açılış, gerekse diğer etkinliklere katılarak halkta olumlu bir izlenim bıraktı. Daha önce Mazgirt kaymakamlığı yapan Yaman’ın, halkla iletişim ve diyaloga önem ve özen göstermesinin, sadece festival günleriyle sınırlı kalmaması, insanların ortak temennisiydi. Festival programı, sanatçılar bakımından zengin sayılırdı. Tara Jaff, Metin Kahraman, Aynur Doğan, Mikail ve Ferhat Tunç konserleri, akılda kalacak başarılı konserlerdi. (Ancak, Munzur kıyısındaki konserlerde, ızgara kokuları ile tuvaletlerden gelen kokuların birbirine karışmasının yarattığı rahatsızlık veren ortamı belirtmeden geçemeyeceğim.)
Festival ve Munzur, doğa, kültür…
Munzur Festivali’nin esas meselesinin ise, konseptiyle ilgili olduğunu belirtmek durumundayım. Bu yöndeki eleştiriler bu yıl da devam etti. Adı “doğa ve kültür festivali” olan bir etkinliğin sadece konserlerle sınırlı veya konserleriyle akılda kalan bir duruma indirgenmesi, gerçekten de üzerinde durmaya değer bir konu. Geçen yıl, Munzur Aydın ve Sanatçılar Platformu’nun (MASAP) da bu yönde ciddi eleştirileri söz konusu olmuştu. Munzur Doğa ve Kültür Festivali, içerik bakımından daha zengin bir etkinlik olarak yeniden ele alınmayı, tanımlanmayı gerektiriyor. Çatışma ve operasyonların yaşandığı, orman yangınlarıyla ciğerlerimizin dağlandığı bir coğrafyada, kimlik, dil ve kültürel değerleriyle ilgili sorunlar söz konusu iken, sorunu ilgi gören konserlerle sınırlandıran bir yaklaşım, bana da oldukça sorunlu geliyor.
Ve bu arada Munzur üzerindeki barajların yapımı devam ediyor… Bu can alıcı önemdeki sorunla ilgili var olan duyarlılığın giderek köreldiğini söylemekten acı duyuyorum, ama gözlemlediğim gerçek de budur. “Munzuruma Dokunma” şiarımızın, sadece içkili ortamlarda sözü edilen bir duruma gelmesinden rahatsızlık duyan insanların sayısı az değil. Ve o Munzur ki, hırçın, çılgın, ket vurulamaz özgür akış hızından çok şey kaybetmişti. Suların düzeyi, yarı yarıya denilebilecek ölçüde azalmıştı. Munzur gözelerinin çoğu, kurumuştu… Önceki yıl, “en gür çağlayan göze”nin kurumuş olduğuna tanıklık etmekten acı duymuştum. Bu yıl gördüğüm manzara, daha feciydi. “Küresel ısınma” felaketinin somut sonuçları bununla da sınırlı değildi; Dersim’in iklimi değişmişti adeta. Nemli ve bunaltıcı bir sıcak vardı. Suların serinliği de azalmıştı sanki. Bu tablo ve genel olarak Türkiye’nin yaşamakta olduğu kuraklık ve diğer “küresel ısınma”dan kaynaklanan problemler, Munzur ve genel olarak su kaynaklarımızın önemini bizlere bir kez daha hatırlatmalı. Munzur duyarlılığımızın sıradanlaşmaya yüz tutması, hepimizi düşündürmeli. Unutmayalım; kendi sorunlarımıza karşı ilgisizleşmemiz, bizleri haklı olarak eleştirdiğimiz politikaların sahiplerine karşı güçsüz kılıyor…
Dersim ve siyaset...
Dersim kadar her bir anında politika konuşulan bir başka kent daha var mıdır, bilmiyorum. Bizi misafir eden arkadaşlarımın evinde, oturduğumuz her yerde ve bir bütün olarak, insanlarımızın bulunduğu her yerde, yerel ve genel siyaset gündeminin sorunları konuşuluyordu. Beraberimdeki bazı arkadaşların bundan sıkıldığını da fark etmedim değil. Ama yapacak bir şey yoktu elbette; Dersimli olmak, Dersim’de olmak böyle bir şeydi… Hatırlatmış olayım; Dersim, 12 Eylül cuntacılarının göstermelik bir referandumla halkın önüne getirdikleri 12 Eylül 1982 Anayasası’na çoğunlukla “hayır” diyen tek ildi…
Seçim sonuçları açısından bir “Dersim farkı”nın ortaya çıkması, tabii ki en revaçtaki konuydu. Yanı sıra, artık görünür hale gelen yerel seçimlerde ne olacağı da konuşuluyordu. AKP’nin büyük seçim başarısı, CHP’nin genel olarak olduğu gibi Dersim’de de sandığa gömülmesi, üzerinde yorum ve değerlendirmeler yapılan konular içerisindeydi. Fakat, Türkiye’de siyasi dengeler değişti, taşlar yerinden oynadı, “eski” duyarlılık ve bunlardan beslenen tercihlerin yerini başka ve daha gerçekçi ölçüler almaya başladı. Siyaset aktörlerinin, bu tabloyu çok iyi analiz etmeleri zorunluluğu var. Türkiye’nin yeni bir “sol” umuda ihtiyacı var. Mevcut iflas eden “sol”u aşmak, yeni ve mutlaka demokratik, yenilikçi, gündelik yaşam beklentilerine yanıt olma perspektifine sahip bir sol doğrultu oluşturmak gerekiyor ve bunun için yitirilecek bir an bile yok bence. “Sol” adına milliyetçilik yapmak iflas etmiştir, mahkum olmuştur; ama beraberinde, daha fazla demokrasi ve özgürlük beklentilerimizi belirsiz yarınlara erteleyen, dolayısıyla gündelik sorunlara çözüm öneri ve projeleri geliştirme çabasını küçümseyen “sol” anlayışların da yaşam pratiğinde bir karşılığı olmadığını/kalmadığını da görmek gerekiyor. Dersim, böylesi bir demokratik mecrada gelişecek yeni bir sol gelişime açık olmasıyla, önemlidir; hatırlatmış oluyorum.
Ziyaret…
Tunceli-Ovacık yolu, yani Munzur Vadisi, acılı tarihinin izlerini bugüne taşıyan cennetten bir parça gibidir. Yol üzerindeki Anafatma ziyareti, insanlarımızın mum yakarak, kurban keserek dilek tuttukları yerlerden biridir. İnsanlarımız, Tunceli merkezden Anafatma’ya kadar yürüyerek burada mum yakar, dua eder, dilek tutarlar. Aslında adetin doğrusu, ziyaretlere çıplak ayakla yürümektir. Ama bunu yapan pek az insan kaldı. Bir de arabası olanlar, arabalarıyla gelmeyi tercih ediyorlar. Bunlar, anlaşılabilir şeyler diyelim…
Bu yıl, her sene çıkmayı kendimce bir gelenek haline getirdiğim Düzgün Baba’ya çıkamadım. Festival yoğunluğu ve kalabalıktan dolayı, zaman ve fırsat yaratamadım buna. Ama beraberimdekilerle Anafatma’ya yürüdüm. Arkadaşlarım da Dersim’liydi, ama büyük şehir ortamlarında, ister istemez bazı şeyleri unutmuştu kimisi. Yürürken zorlandılar da. Sonuçta Anafatma’ya vardık. Tepeye de çıktık. Yanımızdaki mumları çıkarıp yaktık. Yorgunluktan karşı karşıya olduğumuz güzelliğin dahi farkında olmayan biri, mum yakan arkadaşlardan birine seslendi, “benim için de bir mum yak” diye. Arkadaş ona tuhaf gözlerle baktı ve “mumu kendin yakmak durumundasın, eğer bir dilek de tutmak istiyorsan” dedi. “Ha öyle mi” diye yanıtladı o da. Sonra aşağıya indik tepeden. Gurbetten gelen bir aile, kurban kesmişti. Gelenlere karpuz ve kurban dağıtıyorlardı, “lokma” niyetine. Kendisine uzatılan karpuz dilimini alan deminki arkadaş, “a, ne hoş” dedi. Hava sıcak, karpuz serin bir “sürpriz” idi. Cevabının, “Hak qebul bikero” olması gerekirdi ama, yani “hak kabul etsin”.
Kendi memleketlerinde turist gibi dolaşan insanlar diyarı aynı zamanda Dersim… Bunun nedenleri var elbette. Ama bu nedenleri biraz da kendimizde aramamız gerektiğini düşünüyorum. Bu da, öncelikle, kendi manevi ve duygusal, vicdani dünyasında bir kökü, bir aslı olmak duygu ve duyarlılığına sahip olmak ve beraberinde, özeleştiri ihtiyacı duymak sorunu oluyor.
Arınmak…
Ben Dersim’e her gittiğimde, içinde yaşadığımız dünyanın çirkinliklerinden kendimi arındırma duygusuyla doluyorum. Acılı tarihimizi, güzelim coğrafyamızı beraber yaşamanın duygusal karmaşası içerisinde, yeniden “normal” yaşamlarımıza dönmeden, ahlaki ve vicdani bir arınmayı yaşamaya çalışıyorum. İster istemez bir parçası olduğum gündelik yaşam ve ilişkilerin sahteleştiren, bencilleştiren, insani duyarlılıklarımızı körelten etkilerinden arınmam gerektiğini düşünüyorum. Mesele “inanç” duyup duymamaktan çok, bunu bir “ihtiyaç” olarak görüp görmemektir diye düşünüyorum. Her insanın bunu yapmasına vesile olacak anlam ve değer verdiği bir “gerekçesi” olması gerektiğine inanıyorum.
Bu yıl Dersim’de, kendimle olmayı başaramadım yeterince. Bunun ağırlığıyla döndüm İstanbul’a. Ve hayatı yüreğimde, omuzlarımda bir “ağırlık” olarak hissetmenin, taşımanın günahkar hüznü içerisinde geçen günleri, yararlı işler yapmaya gayret etmekle anlamlı kılmaya çalışıyorum…
26 Ağustos 2007 cafersolgun@gmail.com