Peri Yayınları Sahibi Ahmet Önel 19 Eylül'de Yine Mahkeme Karşısında
9Eylül2007,Pazar
Değerli yayıncımız Ahmet Önel'i mahkemede yalnız bırakmayalım diyoruz; sayın Önel'in kamuoyuna yaptığı çağrıyı ve savunmayı yayımlıyoruz.
PEN Türkiye Merkezi
Sizlerin ve Kamuoyunun Dikkatine
Hêjarê Şamil tarafından kaleme alınan ve Kasim 2005 tarihinde yayımladığım “Diaspora Kürtleri” isimli esere soruşturma başlatılmış, PKK Kongra- Gel ismi dahi geçmemiş olmasına rağmen savcılığın talebi ile İstanbul 11. Ağır Ceza mahkemesi tarafından dava açılmıştı. 24.03.2006 tarihinde yapılan duruşmada 11. Ağır Ceza Mahkemesi, ekte sunduğum savunma üzerine davanın, PKK- Kongra Gel propagandasından ziyade, genel “Kürtçülük propagandası içerdiği, bu nedenle dosyanın Kadiköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülmesi” için “yetkisizlik” kararı vermişti.
25 Ocak 2007 tarihinde Kadiköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen 2006/ 412 nolu dosyadaki davada ise; 6 gün öncesinde Alaskar Gazi Caddesinde hunharca katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Sevgili Hrant Dink olayı nedeniyle “Türkiyede mahkemelerin düşünce özgürlüğü karşısında takındığı tutum, açılan davaların esasta biz muhalif basın ve yayın kuruluşlarının sorumlularını sokak ve devlet istişaresi sağlanmış linç çetelerine hedef göstererek katledilmemize yardımcı olduğu. Hrant Dink olayı nedeniyle de ‘Türk Milleti Adına’ bizleri yargılayan Türk Mahkemelerinin tutumunu kınıyorum!” diyerek kişisel savunma yapmayacağımı beyan etmiştim.
Aynı mahkemede de ‘Türk Milleti Adına’ verdiği “Yetkisizlik Karari” ile dosyayı Yargıtay 5. Daireye göndermişti. Yargıtay 5. Dairesi de ‘ Türk Milleti Adına Yargıtay İlami” başlıklı kararında Kadıköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin ‘Türk Milleti Adına” verdiği “Yetkisizlik Kararı”na uyarak dosyayı yeniden İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermiş ve davanın; 19 Eylül 2007 tarihinde orada görülmesine karar verimiştir.
Söz konusu karar üzerine; 19 Eylül 2007 tarihinde Saat 9,50 de duruşmada olacağım. İsteyen dostlarım duruşmayı izleyebilirse, benimle olurlarsa sevinirim. “Aşağıdaki ; ‘24. 03. 2007 tarihinde aynı mahkemeye verdiğim savunmamı tekrarlıyorum.’ diyeceğim. Sizlerin ve Kamuoyunun Bilgisine arz ederim..
***
İSTANBUL 11. AĞIR CEZA MAHKEMESİNE
HAZIRLIK NO : 2005–240
Konu : Yukarıda numarası verilen dosyaya ilişkin savunmamdır.
iddia : Hêjarê Şamil’in Kaleme aldığı ve Sahibi bulunduğum Pêrî Yayınları tarafında yayımladığım “Diaspora Kürtleri” isimli kitaba ilişkin, İddia Makamı hakımda; “PKK-KONGRA GEL terör örgütünün propagandasını yapmakTCK’nin 314/3, 220/8 Maddelerine aykırı davranmak” şeklinde iddiada bulunmuştur.
Savunmalarım:
SAVCILIK; Kitabın 181. sayfadaki “SONUÇ” Başlıklı Bölümün; “BDT Kürtleri'nin Mevcut Sosyal, Siyasal ve Örgütsel Konumu” ara başlığı ile yazarın işlediği konu üzerinde tek taraflı olarak durmuş ve PKK’nin Sovyet Kürtleri arasındaki faaliyetlerini irdeleyen, bir dönem BDT ülkelerindeki Kürtler arasında nasıl nüfus ettiğine dair birkaç paragrafı; yazının/ kitabın genel içeriğinden ayrı olarak, adeta ‘cimbizlayarak’ ele almış, bütünden koparmış ve son derece yanlış bir sonuca varmıştır / varmak istemiştir.
Kitabın tümünde ise, konuya dair süreçler ve gelişmeler bir bütün olarak ele alınmış, daha sonra PKK’nin 1999’dan sonraki dönemde BDT ülkelerinde nasıl marjinalleştiğine vurgu yapılmıştır. Diaspora Kürtlerinin, esas olarak istem ve arzularının ne yönde olduğunu tespit ve tahliline çalışan yazar Hêjarê Şamil, PKK’nın bir dönem (1989-1999) BDT’de Kürtler arasında geniş bir desteğe sahip olma imkanını yakaladığını, daha sonra ise bu desteğini nasıl ve hangi politikalar sonucu yitirdiğini, marjinal hale geldiğini, PKK militanlarının; “ihtirasla” halka çabucak girdiğini, fakat “benmerkezci”, “iradi”, “demokratik olmayan”, “salt ideolojik yaklaşarak” oradaki Kürtlerin desteğini aynı şekilde çabucak “kaybediş” sebepleri üzerinde durmuş; siyasal, sosyal, kültürel yönlerini bilimsel analiz yöntemini esas alan bir çalışma sunarak, BDT cumhuriyetlerinde yaşayan ve "Sovyet Kürtleri” ya da “Diaspora Kürtleri" olarak ele aldığı ve adeta tüm coğrafyaya serpiştirilerek dağıtılmış Kürtlerin durumunu tarihsel olarak incelemeye çalışmıştır. Bu nedenle kitabına “Tarihsel ve Güncel bir İnceleme” demiştirtir..
BDT cumhuriyetlerindeki Kürtlerin; “Son iki yüz yılı ağır zorluklar, siyasal tecrit, ekonomik sıkıntılar içerisinde geçirmiştir. Defalarca sürgüne maruz kalmış, bir bölgeden diğer bölgeye sürülmüştür. Son yüzyılda BDT Kürtleri içerisinde parçalanmayan, göçertilmeye uğramayan tek bir aile neredeyse kalmamıştır. Ancak tüm zorluklara rağmen, Diaspora Kürtleri, vatandaşlık bağları ile bağlı oldukları devletlerin hukuk düzenine saygılı olmuş, sosyal, kültürel ve siyasi yaşamına özverili katkılarda bulunmuş, içiçe yaşadıkları halklarla dostluk ve kardeşlik ilişkileri geliştirmiş, söz konusu devletlerin bilimsel, kültürel ve ekonomik kalkınması için değerli hizmetler sunmuşlardır. Kürtler, bu yaklaşımlarını bugün de özenle sürdürmekte, yaşadıkları ülkelerin eşit ve özgür yurttaşları olma esprisiyle hareket etmekte ve ülkelerinde demokratik, sosyal, hukuk düzeninin gelişmesi için ellerinden geleni esirgememekteler.BDT Kürtleri, vatandaşlık görevlerine sadakat göstermekle birlikte, ayrılmaz parçası oldukları Kürt Ulusu'nun dünya halkları içerisinde layık olduğu yeri alması için sürekli çaba içerisinde bulunmuşlardır. Kürt ulusal kültürünün, dilinin, maddi ve manevi değerlerinin bir bütünen korunup geliştirilmesi yolunda çalışmalar yürütmüşlerdir.” diye başladığı bölüm yazısında; Özellikle 1940'lı yıllarda İran’da “Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşunu Sovyet Kürtlerininsıcak karşıladığını, 1960'lı yıllarda, Barzani hareketine sıcak duygularla yaklaştığını” izah etmiştir. Ancak bu sözcükler sarf edilirken onların propagandasını yapmak için değil, sadece vurgulanan tarihi tespittir.
“1990'larda SSCB’nin dağılmasıyla diaspora da "etnik uyanış" döneminin başladı”ğını belirtikten sonra İstanbul Cumhuriyet Savcılığının dikkatini tek taraflı olarak; “Bu süreçte Kuzey Kürdistan çıkışlı PKK hareketinin gelişim göstermesi, Diaspora Kürtler'ini derinden heyecanlandırmıştır. PKK'nin 1992 yılından itibaren eski Sovyet Cumhuriyetleri'nde fiili örgütlenme çalışmalarına başlaması, bu ülkelerdeki Kürtler'in özgürlük mücadelesine ilgilerini daha da artırmıştır. PKK, 1993'ten 2000 yılına kadar diaspora Kürtleri'nin ulusal amaçlar ekseninde örgütlendirilmesi yönünde önemli bir rol oynamıştır. Kendi anayurduna ve ulusuna doğal yurtsever duygularla bağlı olan Sovyet Kürt aydınlarının önemli bir bölümü, PKK'nin örgütsel şemsiyesi altında yer alma tercihinde bulunmuştur.PKK, hızla Kürt Diasporası'nın favorisi haline gelmiştir. 90'lı yılların başı, PKK'nin askeri ve siyasi açıdan yükseliş ve zirve yıllarıydı. Bu örgütün, NATO müttefiki Türkiye'ye karşı savaşması nedeniyle muazzam bir propaganda verisine sahip olması, eski Sovyetler Birliği arazisinde yalnız Kürtler arasında değil, çöküşün hayal kırıklığından kurtulamamış diğer uluslardan olan insanlar içerisinde de ciddi sempati kazanmasına sebebiyet teşkil etmiştir.PKK'nin Sovyet Kürtler'ini etkilemesi ve geniş örgütleme ağı oluşturmasının nedenleri şöyle özetlenebilir:Sovyetler'in sallantıya girdiği yıllarda "Sovyet halkı"nı oluşturan diğer haklar gibi Kürtler'de de ulusal bilinçlenme gelişmiş, milli-kültürel örgütlenmeler yaratılmıştı. Bu sürecin, PKK'nin Kuzey Kürdistan'da askeri ve siyasi olarak yükselişe geçtiği süreçle çakışması, örgütün SB'de filli örgütlenmeye başlamasından önceki yıllarda bile Kürtler'in bilinçli ve yurtsever kesimlerini PKK'nin doğal sempatizanı haline getirmişti.” Durum tespitinden farklı bir şey içermeyen paragraflarından sonra gelen; ”Diaspora, karakteri gereği, milli ve ulusal düşünce zemininin sürekli var olduğu bir olgudur. Ulusal birlik, coğrafi bütünlük sloganları ile yola çıkan ve bunun pratikleşmesi yolunda gözle görülür adımlar atan herbir oluşum, diasporada örgütlenme olanaklarına sahiptir. Bu, PKK için de aynen geçerli olmuştur.Eski Sovyet Kürtleri'nin önemli bir bölümü, Kuzey Kürdistan kökenli olup 19.Yüzyıl sonu ve 20.Yüzyıl başlarında Kafkasya'ya kaçan ve göçertilen insanlardır. Diaspora Kürtleri'nin hafızalarında "Roma Reş" olarak kalan Osmanlı ve Türkiye'den çektikleri acılar, hâlâ da taptazedir.” Bölümü dikkatten uzak tutularak oradaki Kürtlerin genel geçer siyasal reflekslerine dair belirleme, değerlendirilmek istenmemiştir ve iddianameye alınmamıştır. “Bu açıdan "bağımsız Kürt devleti kurmak için" Türkiye'ye karşı silahlı mücadele veren PKK, diasporada sevgiyle karşılanmıştır.” Sözünden de yersizce propaganda arandıktan sonra; ”PKK'nin diasporada örgütlenebilmesinin temel nedenlerinden biri de bu partinin kadrolarının halka inebilme, kendini anlatabilme, kitlelerin duygularına hitap edebilme ve genel bir ifadeyle örgütlenme yeteneği olmuştur. PKK, yüzlerce eğitimli kadrosunu örgütlenme amaçlı buraya göndermiş, köy köy, ev ev propaganda çalışması yürütmüştür. Diğer faaliyet alanlarından bu alana maddi kaynaklar aktararak örgütlenme çalışmalarını kolaylaştırmaya çalışmıştır.” PKK’nin Diaspora Kürtleri arasında ilk yürüttüğü çalışma tarzıyla nasıl gelişme gösterdiğine dair paragraf atlatıldıktan sonra da: ”PKK, genel örgütlenme mantığı uyarınca Sovyetler Birliği alanından silahlı mücadele saflarına 200'ün üzerinde genç katmayı başarmış ve yerel kadrolar oluşturmaya önem vermiştir. Bu savaşçı-kadrolar örgütle halk arasında duygusal bağlar oluşturmuş, örgütlenmeyi derinleştirmeye hizmet etmiştir. Dolayısıyla, alandaki doğal yurtseverlik zemini ve PKK'nin ihtiraslı örgütlenme yetenekleri, bu örgütü BDT alanında bir güç haline getirmiştir. PKK'nin on yılı aşkın süre içerisinde alanda yürüttüğü örgütsel çalışmaların; BDT Kürtleri arasında ulusal bilincin, dayanışma duygularının gelişmesi ve toplumsal-siyasal örgütlenme yeteneklerinin açığa çıkması yönüyle önemli faydaları olmuştur.”
Daha sonraki bölümde yer alan ve tamamı ile PKK’nin gerileyiş ve marjinal hale nasıl geldiğini izah eden ve sonuçta da söz konusu Diasporadaki Kürtlerin arzularının esas olarak nelerden ibaret olduğunu anlatan şu bölüm de savcının “PKK-KONGRA GEL Propagandası yapmak” iddiasını uygun olmadığını, boşa çıkardığını ortaya koyduğu için iddianamede değerlendirilmeye tabii tutulmamıştır. Şöyleki:
“1993-1999 yıllarında eski Sovyetler'deki Kürt örgütlülüğü direkt ve dolaylı olarak PKK eksenli olduğu için bu örgütün ayrı ayrı eski Sovyet cumhuriyetleri ile ilişkileri ve burada kabullenme düzeyi, yerel Kürtler'in toplumsal yaşamını da belli ölçülerde etkilemiştir. Devletlerin PKK mücadelesine yaklaşımı, kendi vatandaşları olan Kürtlere yaklaşım belirlenmesinde küçümsenmez rol oynamıştır. Örneğin, Rusya ve Ermenistan'ın Türkiye ile hasımane ilişkilerinden dolayı bu ülkelerde Kürtlere, PKK eksenli örgütlenme fırsatları sunulurken; Kazakistan ve Kırgızistan gibi Türki Cumhuriyetlerde böylesi örgütlenmeye sıcak yaklaşılmamıştır. Azerbaycan'da ise Sovyetler'in çöküşünden sonra gelişmesi muhtemel Kürt kültürel ve toplumsal örgütlenmesi, Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Azeri milliyetçiliği ve PKK radikalizmi yüzünden heba edilmiştir. PKK'nin Sovyetler'deki faaliyetlerinin diaspora Kürtleri arasında ulusal birlik ve dayanışma duygularının gelişmesinde önemli rol oynadığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak PKK örgütlenme mantığındaki aşırı merkeziyetçilik,gerek PKK, gerekse de Sovyet Kürtleri açısından sürece yayılan ciddi dezavantajları da beraberinde getirmiştir. Kadrosal merkeziyetçiliğin hakim olduğu örgütlenme modeli, demokratik olmadığıgibi, uzun süre devam etme, süreklileşme şansına da sahip değildir. Bu modelin uygulanması sonucunda halkın iradesi yalnız miting ve yürüyüşlerde açığa çıkma fırsatı bulmuştur. Halk iradesini temsil zemini oluşturmaktan sorumlu kadro, "Parti İradesi" adı altında kendi iradesini hakim kılma mücadelesi vermiştir. PKK'nin somut olarak BDT alanında yaşadığı bu çıkmaz, onun buradaki örgüt sistemini marjinalleşmeye götürmüştür. Yerel örgütlemelerde "Kürdistan'ın bağımsızlığı" temel amacıyla hareket eden yurtsever kesimler, tüm inisiyatif ve yetkileri "Kürdistan'ın bağımsızlığı için" kan dökmüş kadroya bırakmayı kendisi açısından onur bilmiştir. Diğer taraftan, yetki ve inisiyatiften vazgeçmekle, sorumluluktan kaçma yolunu tutmuştur. Bu durum, yerel çalışanları örgüt yapısı içerisinde "misafir" konumuna düşürmüştür. Yurtsever halk kesimleri, PKK eksenli yerel oluşumların eylemsel faaliyetlerine fiilen katılsa da, bu oluşumları kendi örgütlerinden çok "hevallerin örgütü" olarak görmüştür. Bu ise PKK'ye sempati ile yaklaşan Sovyet Kürtler'inde örgütsel inisiyatifin ve örgütsel duruşun ortaya çıkmasını engellemiştir. 1989'da Sovyet Kürtleri'nin kendi inisiyatifleri ile kurulan"Yekbûn" örgütünün faaliyetlerini durdurmasından sonra ne Kürtler'in kendileri, ne de alanda etkin olan PKK, yerel Kürtler'in sorunlarının köklü çözümü için gereken çabayı göstermemiştir. Genel çalışmalar içerisinde Sovyet Kürtleri'nin yereldeki sorunları göz ardı edilmiştir. Oysa, BDT Kürtleri, Bağımsız bir Kürdistan'ı temel ihtiyaçları ve en büyük sorunları olarak görseler de, kendilerinin de yerelde çözülmesi gereken bir dizi sorunları vardır.Sovyet Kürtleri'nin siyasal, örgütsel, sosyal, kültürel, eğitimsel ve ekonomik ihtiyaçları ayrı ayrı eski Sovyet Cumhuriyetleri bazında ele alındığında bazı farklılıklar arz etse de ortak ihtiyaçlar ana başlıklar altında doğru ifadeye kavuşturulabilir:” dedikten sonra yazar görüşlerini ara başlıklar halinde;”1. Kimlik ve Eşitsizlik Sorunu, 2. Demokratik Temsil Sorunu, 3.Kürt Ulusu İle Dayanışma Sorunu” olarak izah etmiştir.
Yazar; Diasporadaki Kürtler hakkındaki siyasal ve düşünsel eğilimleri gözlemleyerek, belgesel bir şekilde özetlemeye ve tahlil etmeye çalışmıştır.
Kısacası; kitapta her hangi bir “örgütün propagandasını yapma” amacı yoktur. Söz konusu PKK ile ilgili olarak da; yukarıda ve kitapta belirtildiği üzere oradaki halkın içine düştüğü durum ve siyasal konjonktür ile Kürtlerin eğilimleri, PKK’nin yaklaşımları, çalışma tarzı ve halkın özlemleri ile ilk önce sıcak bir karşılık verdiğini, 1999’dan sonra ise halkın PKK’den uzak kaldığını izah etmiş ve esasta eleştirmiştir. Diasporadaki, yani Bağımsız Devletler Topluluğu(BDT)’ ndaki Kürtlerin pek çok çözüm arayışına girdiklerinin üzerinde durmakta ve öne çıkan kimlik ve demokratik taleplerinde ısrarlı olduğunun sonucuna varmış oldukları, bölümün özeti olarak öne çıkmaktadır.
Zira Kitapta, “PKK-KONGRA GEL” ismi bile hiçbir yerde geçmemektedir. Bu dava tamamen iddia makamının kendini “zorlayarak dava açma” histerisinin sonucu olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu edilen dönemde, (1989 ve 1999 ) PKK – Kongra Geldiye bir örgüt de yoktur. Bildiğim kadarıyla bu örgüt 2003’ten sonra PKK’nin pek çok konuda eski düşüncelerinden vazgeçerek “Demokratik Cumhuriyet” düşüncesini ortaya attıktan sonra kurulmuştur.
İddia makamı o kadar ön yargı ile hareket etmiştir ki; PKK eleştirisine dahi tehammül edebilecek durumda olmadığını, dünyanın herhangi bir yerindeki Kürtler ile ilgili bile olsa, asla herhangi bir tartışmaya tahammülünün olmadığını ortaya koymaya çalışmış ve insan hakları, demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi insani erdemleri adeta unutarak bu iddianameyi sunmuştur.
Eğer kitap ile PKK’nin propagandasını yapma gibi bir derdim olsaydı; PKK’yî “ aşırı merkeziyetçi”, “anti- demokratik” ve “halkın özgül durumunu görmeyen, görmediği için de giderek marjinalleştiği” vb. kavramları kullanan böylesi bir kitabı yayınlamam mümkün olmazdı.
Açıkça belirmek gerekir ki köylü zihniyeti esas alıp, popülist yaklaşımlar içeren tüm devlet ve örgütler, anti-demokratik özeliktedirler. Zira bu oluşumlar modernite ile yeterince buluşamayıp, aydınlanmayı yakalayamadıklarından dolayı düşüncelerin özgürce tartışılmasına tahammül edememektedirler. Bu yönü ile sayın savcının en basitinden ve esasında PKK tarzı örgütlemeleri eleştiren söz konusu kitaba soruşturma başlatması; eğer ki kitabın içeriğini anlayarak açmışsa, düşünce özgürlüğüne karşı tahammülsüzlüğü ile PKK’nin “ben merkezci” ve hatta kendisini eleştirenleri yıllardır cezalandırmaya çalışan özelikleri ile aynı paralelde olduğuna inanırım.
Açıkça belirmeliyim ki devletin şiddeti ile PKK’nın şiddeti birbirini beslemiştir. Bu durum Kürt sorununun bilimsel zeminden araştırılarak, çözüm üretmeyi engellemiştir. “Kürt sorunu”na bağlı olarak Türkiye’de demokrasi, insan hakları, hukukun yerleşmesi, ekonomi, göç, dünya ile rekabet etme ve entegre olma, istihdam, sağlık, planlı şehirleşme, trafik ve tüm problemlerin rahatça çözümünü engellemiştir. Bu çatışmalı ortamın yıllardır şiddet ve çeteci kültürü besleyerek toplumsal istikrarsızlığı yarattığı 9 Kasım 2005 tarihinde Hakkari Şemdinli’de meydana gelen ve Van Cumhuriyet Savcısının hazırladığı iddianamede de yer verildiği üzere, her sağduyulu insanın malumudur. Adeta sorunları kangrenleştiren bu çatışmalı iki zihniyet de demokrasiden uzak ve modern değildir. İki zihniyet de ortaçağ eğilimlidir. Tamamen karanlık ortamda siyasi ve ekonomik rant elde etmeyi hedeflemekte oldukları için bizleri, bizlerin asıl sorunlarımızı demokratik ve özgür bir ortamda araştırarak, tartışarak ve tamamen şiddetten arındırarak ele almamızı istemeyen başta devlet ve diğer cephede ona paralel hareket eden PKK’ dir.
Devlet yetkilileri zaman zaman “Kürt sorunu vardır.” dediler. “Bu sorunda Devletin hataları da olmuştur.” dediler. Ancak hataların neler olduğunu açmayıp ketum kaldılar. Devlet adeta Kürtlerden ve Kürt sorununu tartışmaktan, konuşmaktan korkuyor. Bilim adamları sorunu tartışmaktan çekiniyor. Siyasilerimiz bu sorunda siyaset üretmekten ürküyor. Tek ezberledikleri şey “Terörist PKK” deyip dururken, esas amaç “Kürt sorununu” maniple etmektir. Sorunla ilgili laf etmek isteyen, “Kürt Sorunu”nu tüm resmi saikler dışında ele almak düşüncesinde olanlar da soruşturmaya uğratılacağı korkusuyla konuyu düşünmek bile istememektedir. Bu dar döngüye itilen durum demokrasinin değil, şiddetin devreye girmesine hizmet etmiştir /etmektedir.
Aslında suçlandığım savı içeren iddianameyi bir iddianameden ziyade bir iftiraname olarak değerlendiriyorum. Kendimin şu anda bir iftiraname ile karşı karşıya olduğumu belirtmeliyim.
Kitap genel itibarıyla; Diasporadaki, yani BDT’deki Kürtlerin siyasal tarihini çeşitli boyutlarıyla ele alan bir belgeseldir. Bir propaganda kitabi olarak değerlendirilmesi kitabın çerçevesini daralttığı için de büyük bir haksızlıktır. İddia tamamıyla yanlıştır ve şiddetle reddediyorum.
AYRICA;Yayınlanan kitapta yer alan savlar; ifade ve basın hürriyeti sınırları içindedir. Çünkü söz konusu yazıda kişilik haklarına herhangi bir saldırı ile şiddete ve suça teşvik yoktur. İçerik olarak eleştirel mahiyettedirler.
Bir yayıncı olarak yayınladığım bütün yayınların içeriğine katılmamakla birlikte ifade hürriyeti çerçevesinde olan yazıları yayınlamaktayım. Bu kitabı da o çerçevede gördüğüm için yayımladım.
Fikirlerin mahkeme kararlarında değil, kamuoyunda ve ilgili platformlarda tartışılması gerekir. Fikirlerin ve araştırmaların müeyyidesi hapis ve para cezası değil, kamuoyunun ilgisi olmalıdır. Genel geçer fikirlerin değil, muhalif fikirlerin korumaya ihtiyacı vardır. Aykırı fikirlerin korunması için ifade ve basın hürriyeti kavramı gelişmiştir.
Hukuk evrenseldir. Düşünmek ve düşündüklerini ifade etmek ve yaymak en doğal haklardandır. Türkiye’de AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi)’ni imzalamış ve bu görüşte olduğunu belirmiştir. Ancak mevcut uygulama ile Türkiye’de bu sözleşmenin ihlal edildiği kanaatindeyim.
Sonuç : Sunduğum nedenlerle hakkımda yürütülen soruşturma ve davanın yersiz / haksız olduğunu düşünüyorum. 24 / 03 / 2006
Peri Yayınları Sahibi Ahmet Önel 19 Eylül'de Yine Mahkeme Karşısında
Değerli yayıncımız Ahmet Önel'i mahkemede yalnız bırakmayalım diyoruz; sayın Önel'in kamuoyuna yaptığı çağrıyı ve savunmayı yayımlıyoruz.
PEN Türkiye Merkezi
Sizlerin ve Kamuoyunun Dikkatine
Hêjarê Şamil tarafından kaleme alınan ve Kasim 2005 tarihinde yayımladığım “Diaspora Kürtleri” isimli esere soruşturma başlatılmış, PKK Kongra- Gel ismi dahi geçmemiş olmasına rağmen savcılığın talebi ile İstanbul 11. Ağır Ceza mahkemesi tarafından dava açılmıştı. 24.03.2006 tarihinde yapılan duruşmada 11. Ağır Ceza Mahkemesi, ekte sunduğum savunma üzerine davanın, PKK- Kongra Gel propagandasından ziyade, genel “Kürtçülük propagandası içerdiği, bu nedenle dosyanın Kadiköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülmesi” için “yetkisizlik” kararı vermişti.
25 Ocak 2007 tarihinde Kadiköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen 2006/ 412 nolu dosyadaki davada ise; 6 gün öncesinde Alaskar Gazi Caddesinde hunharca katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Sevgili Hrant Dink olayı nedeniyle “Türkiyede mahkemelerin düşünce özgürlüğü karşısında takındığı tutum, açılan davaların esasta biz muhalif basın ve yayın kuruluşlarının sorumlularını sokak ve devlet istişaresi sağlanmış linç çetelerine hedef göstererek katledilmemize yardımcı olduğu. Hrant Dink olayı nedeniyle de ‘Türk Milleti Adına’ bizleri yargılayan Türk Mahkemelerinin tutumunu kınıyorum!” diyerek kişisel savunma yapmayacağımı beyan etmiştim.
Aynı mahkemede de ‘Türk Milleti Adına’ verdiği “Yetkisizlik Karari” ile dosyayı Yargıtay 5. Daireye göndermişti. Yargıtay 5. Dairesi de ‘ Türk Milleti Adına Yargıtay İlami” başlıklı kararında Kadıköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin ‘Türk Milleti Adına” verdiği “Yetkisizlik Kararı”na uyarak dosyayı yeniden İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermiş ve davanın; 19 Eylül 2007 tarihinde orada görülmesine karar verimiştir.
Söz konusu karar üzerine; 19 Eylül 2007 tarihinde Saat 9,50 de duruşmada olacağım. İsteyen dostlarım duruşmayı izleyebilirse, benimle olurlarsa sevinirim. “Aşağıdaki ; ‘24. 03. 2007 tarihinde aynı mahkemeye verdiğim savunmamı tekrarlıyorum.’ diyeceğim. Sizlerin ve Kamuoyunun Bilgisine arz ederim..
***
İSTANBUL 11. AĞIR CEZA MAHKEMESİNE
HAZIRLIK NO : 2005–240
Konu : Yukarıda numarası verilen dosyaya ilişkin savunmamdır.
iddia : Hêjarê Şamil’in Kaleme aldığı ve Sahibi bulunduğum Pêrî Yayınları tarafında yayımladığım “Diaspora Kürtleri” isimli kitaba ilişkin, İddia Makamı hakımda; “PKK-KONGRA GEL terör örgütünün propagandasını yapmak TCK’nin 314/3, 220/8 Maddelerine aykırı davranmak” şeklinde iddiada bulunmuştur.
Savunmalarım:
SAVCILIK; Kitabın 181. sayfadaki “SONUÇ” Başlıklı Bölümün; “BDT Kürtleri'nin Mevcut Sosyal, Siyasal ve Örgütsel Konumu” ara başlığı ile yazarın işlediği konu üzerinde tek taraflı olarak durmuş ve PKK’nin Sovyet Kürtleri arasındaki faaliyetlerini irdeleyen, bir dönem BDT ülkelerindeki Kürtler arasında nasıl nüfus ettiğine dair birkaç paragrafı; yazının/ kitabın genel içeriğinden ayrı olarak, adeta ‘cimbizlayarak’ ele almış, bütünden koparmış ve son derece yanlış bir sonuca varmıştır / varmak istemiştir.
Kitabın tümünde ise, konuya dair süreçler ve gelişmeler bir bütün olarak ele alınmış, daha sonra PKK’nin 1999’dan sonraki dönemde BDT ülkelerinde nasıl marjinalleştiğine vurgu yapılmıştır. Diaspora Kürtlerinin, esas olarak istem ve arzularının ne yönde olduğunu tespit ve tahliline çalışan yazar Hêjarê Şamil, PKK’nın bir dönem (1989-1999) BDT’de Kürtler arasında geniş bir desteğe sahip olma imkanını yakaladığını, daha sonra ise bu desteğini nasıl ve hangi politikalar sonucu yitirdiğini, marjinal hale geldiğini, PKK militanlarının; “ihtirasla” halka çabucak girdiğini, fakat “benmerkezci”, “iradi”, “demokratik olmayan”, “salt ideolojik yaklaşarak” oradaki Kürtlerin desteğini aynı şekilde çabucak “kaybediş” sebepleri üzerinde durmuş; siyasal, sosyal, kültürel yönlerini bilimsel analiz yöntemini esas alan bir çalışma sunarak, BDT cumhuriyetlerinde yaşayan ve "Sovyet Kürtleri” ya da “Diaspora Kürtleri" olarak ele aldığı ve adeta tüm coğrafyaya serpiştirilerek dağıtılmış Kürtlerin durumunu tarihsel olarak incelemeye çalışmıştır. Bu nedenle kitabına “Tarihsel ve Güncel bir İnceleme” demiştirtir..
BDT cumhuriyetlerindeki Kürtlerin; “Son iki yüz yılı ağır zorluklar, siyasal tecrit, ekonomik sıkıntılar içerisinde geçirmiştir. Defalarca sürgüne maruz kalmış, bir bölgeden diğer bölgeye sürülmüştür. Son yüzyılda BDT Kürtleri içerisinde parçalanmayan, göçertilmeye uğramayan tek bir aile neredeyse kalmamıştır. Ancak tüm zorluklara rağmen, Diaspora Kürtleri, vatandaşlık bağları ile bağlı oldukları devletlerin hukuk düzenine saygılı olmuş, sosyal, kültürel ve siyasi yaşamına özverili katkılarda bulunmuş, içiçe yaşadıkları halklarla dostluk ve kardeşlik ilişkileri geliştirmiş, söz konusu devletlerin bilimsel, kültürel ve ekonomik kalkınması için değerli hizmetler sunmuşlardır. Kürtler, bu yaklaşımlarını bugün de özenle sürdürmekte, yaşadıkları ülkelerin eşit ve özgür yurttaşları olma esprisiyle hareket etmekte ve ülkelerinde demokratik, sosyal, hukuk düzeninin gelişmesi için ellerinden geleni esirgememekteler.BDT Kürtleri, vatandaşlık görevlerine sadakat göstermekle birlikte, ayrılmaz parçası oldukları Kürt Ulusu'nun dünya halkları içerisinde layık olduğu yeri alması için sürekli çaba içerisinde bulunmuşlardır. Kürt ulusal kültürünün, dilinin, maddi ve manevi değerlerinin bir bütünen korunup geliştirilmesi yolunda çalışmalar yürütmüşlerdir.” diye başladığı bölüm yazısında; Özellikle 1940'lı yıllarda İran’da “Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşunu Sovyet Kürtlerinin sıcak karşıladığını, 1960'lı yıllarda, Barzani hareketine sıcak duygularla yaklaştığını” izah etmiştir. Ancak bu sözcükler sarf edilirken onların propagandasını yapmak için değil, sadece vurgulanan tarihi tespittir.
“1990'larda SSCB’nin dağılmasıyla diaspora da "etnik uyanış" döneminin başladı”ğını belirtikten sonra İstanbul Cumhuriyet Savcılığının dikkatini tek taraflı olarak; “Bu süreçte Kuzey Kürdistan çıkışlı PKK hareketinin gelişim göstermesi, Diaspora Kürtler'ini derinden heyecanlandırmıştır. PKK'nin 1992 yılından itibaren eski Sovyet Cumhuriyetleri'nde fiili örgütlenme çalışmalarına başlaması, bu ülkelerdeki Kürtler'in özgürlük mücadelesine ilgilerini daha da artırmıştır. PKK, 1993'ten 2000 yılına kadar diaspora Kürtleri'nin ulusal amaçlar ekseninde örgütlendirilmesi yönünde önemli bir rol oynamıştır. Kendi anayurduna ve ulusuna doğal yurtsever duygularla bağlı olan Sovyet Kürt aydınlarının önemli bir bölümü, PKK'nin örgütsel şemsiyesi altında yer alma tercihinde bulunmuştur.PKK, hızla Kürt Diasporası'nın favorisi haline gelmiştir. 90'lı yılların başı, PKK'nin askeri ve siyasi açıdan yükseliş ve zirve yıllarıydı. Bu örgütün, NATO müttefiki Türkiye'ye karşı savaşması nedeniyle muazzam bir propaganda verisine sahip olması, eski Sovyetler Birliği arazisinde yalnız Kürtler arasında değil, çöküşün hayal kırıklığından kurtulamamış diğer uluslardan olan insanlar içerisinde de ciddi sempati kazanmasına sebebiyet teşkil etmiştir.PKK'nin Sovyet Kürtler'ini etkilemesi ve geniş örgütleme ağı oluşturmasının nedenleri şöyle özetlenebilir:Sovyetler'in sallantıya girdiği yıllarda "Sovyet halkı"nı oluşturan diğer haklar gibi Kürtler'de de ulusal bilinçlenme gelişmiş, milli-kültürel örgütlenmeler yaratılmıştı. Bu sürecin, PKK'nin Kuzey Kürdistan'da askeri ve siyasi olarak yükselişe geçtiği süreçle çakışması, örgütün SB'de filli örgütlenmeye başlamasından önceki yıllarda bile Kürtler'in bilinçli ve yurtsever kesimlerini PKK'nin doğal sempatizanı haline getirmişti.” Durum tespitinden farklı bir şey içermeyen paragraflarından sonra gelen; ”Diaspora, karakteri gereği, milli ve ulusal düşünce zemininin sürekli var olduğu bir olgudur. Ulusal birlik, coğrafi bütünlük sloganları ile yola çıkan ve bunun pratikleşmesi yolunda gözle görülür adımlar atan herbir oluşum, diasporada örgütlenme olanaklarına sahiptir. Bu, PKK için de aynen geçerli olmuştur.Eski Sovyet Kürtleri'nin önemli bir bölümü, Kuzey Kürdistan kökenli olup 19.Yüzyıl sonu ve 20.Yüzyıl başlarında Kafkasya'ya kaçan ve göçertilen insanlardır. Diaspora Kürtleri'nin hafızalarında "Roma Reş" olarak kalan Osmanlı ve Türkiye'den çektikleri acılar, hâlâ da taptazedir.” Bölümü dikkatten uzak tutularak oradaki Kürtlerin genel geçer siyasal reflekslerine dair belirleme, değerlendirilmek istenmemiştir ve iddianameye alınmamıştır. “Bu açıdan "bağımsız Kürt devleti kurmak için" Türkiye'ye karşı silahlı mücadele veren PKK, diasporada sevgiyle karşılanmıştır.” Sözünden de yersizce propaganda arandıktan sonra; ”PKK'nin diasporada örgütlenebilmesinin temel nedenlerinden biri de bu partinin kadrolarının halka inebilme, kendini anlatabilme, kitlelerin duygularına hitap edebilme ve genel bir ifadeyle örgütlenme yeteneği olmuştur. PKK, yüzlerce eğitimli kadrosunu örgütlenme amaçlı buraya göndermiş, köy köy, ev ev propaganda çalışması yürütmüştür. Diğer faaliyet alanlarından bu alana maddi kaynaklar aktararak örgütlenme çalışmalarını kolaylaştırmaya çalışmıştır.” PKK’nin Diaspora Kürtleri arasında ilk yürüttüğü çalışma tarzıyla nasıl gelişme gösterdiğine dair paragraf atlatıldıktan sonra da: ”PKK, genel örgütlenme mantığı uyarınca Sovyetler Birliği alanından silahlı mücadele saflarına 200'ün üzerinde genç katmayı başarmış ve yerel kadrolar oluşturmaya önem vermiştir. Bu savaşçı-kadrolar örgütle halk arasında duygusal bağlar oluşturmuş, örgütlenmeyi derinleştirmeye hizmet etmiştir. Dolayısıyla, alandaki doğal yurtseverlik zemini ve PKK'nin ihtiraslı örgütlenme yetenekleri, bu örgütü BDT alanında bir güç haline getirmiştir. PKK'nin on yılı aşkın süre içerisinde alanda yürüttüğü örgütsel çalışmaların; BDT Kürtleri arasında ulusal bilincin, dayanışma duygularının gelişmesi ve toplumsal-siyasal örgütlenme yeteneklerinin açığa çıkması yönüyle önemli faydaları olmuştur.”
Daha sonraki bölümde yer alan ve tamamı ile PKK’nin gerileyiş ve marjinal hale nasıl geldiğini izah eden ve sonuçta da söz konusu Diasporadaki Kürtlerin arzularının esas olarak nelerden ibaret olduğunu anlatan şu bölüm de savcının “PKK-KONGRA GEL Propagandası yapmak” iddiasını uygun olmadığını, boşa çıkardığını ortaya koyduğu için iddianamede değerlendirilmeye tabii tutulmamıştır. Şöyleki:
“1993-1999 yıllarında eski Sovyetler'deki Kürt örgütlülüğü direkt ve dolaylı olarak PKK eksenli olduğu için bu örgütün ayrı ayrı eski Sovyet cumhuriyetleri ile ilişkileri ve burada kabullenme düzeyi, yerel Kürtler'in toplumsal yaşamını da belli ölçülerde etkilemiştir. Devletlerin PKK mücadelesine yaklaşımı, kendi vatandaşları olan Kürtlere yaklaşım belirlenmesinde küçümsenmez rol oynamıştır. Örneğin, Rusya ve Ermenistan'ın Türkiye ile hasımane ilişkilerinden dolayı bu ülkelerde Kürtlere, PKK eksenli örgütlenme fırsatları sunulurken; Kazakistan ve Kırgızistan gibi Türki Cumhuriyetlerde böylesi örgütlenmeye sıcak yaklaşılmamıştır. Azerbaycan'da ise Sovyetler'in çöküşünden sonra gelişmesi muhtemel Kürt kültürel ve toplumsal örgütlenmesi, Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Azeri milliyetçiliği ve PKK radikalizmi yüzünden heba edilmiştir. PKK'nin Sovyetler'deki faaliyetlerinin diaspora Kürtleri arasında ulusal birlik ve dayanışma duygularının gelişmesinde önemli rol oynadığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak PKK örgütlenme mantığındaki aşırı merkeziyetçilik,gerek PKK, gerekse de Sovyet Kürtleri açısından sürece yayılan ciddi dezavantajları da beraberinde getirmiştir. Kadrosal merkeziyetçiliğin hakim olduğu örgütlenme modeli, demokratik olmadığı gibi, uzun süre devam etme, süreklileşme şansına da sahip değildir. Bu modelin uygulanması sonucunda halkın iradesi yalnız miting ve yürüyüşlerde açığa çıkma fırsatı bulmuştur. Halk iradesini temsil zemini oluşturmaktan sorumlu kadro, "Parti İradesi" adı altında kendi iradesini hakim kılma mücadelesi vermiştir. PKK'nin somut olarak BDT alanında yaşadığı bu çıkmaz, onun buradaki örgüt sistemini marjinalleşmeye götürmüştür. Yerel örgütlemelerde "Kürdistan'ın bağımsızlığı" temel amacıyla hareket eden yurtsever kesimler, tüm inisiyatif ve yetkileri "Kürdistan'ın bağımsızlığı için" kan dökmüş kadroya bırakmayı kendisi açısından onur bilmiştir. Diğer taraftan, yetki ve inisiyatiften vazgeçmekle, sorumluluktan kaçma yolunu tutmuştur. Bu durum, yerel çalışanları örgüt yapısı içerisinde "misafir" konumuna düşürmüştür. Yurtsever halk kesimleri, PKK eksenli yerel oluşumların eylemsel faaliyetlerine fiilen katılsa da, bu oluşumları kendi örgütlerinden çok "hevallerin örgütü" olarak görmüştür. Bu ise PKK'ye sempati ile yaklaşan Sovyet Kürtler'inde örgütsel inisiyatifin ve örgütsel duruşun ortaya çıkmasını engellemiştir. 1989'da Sovyet Kürtleri'nin kendi inisiyatifleri ile kurulan"Yekbûn" örgütünün faaliyetlerini durdurmasından sonra ne Kürtler'in kendileri, ne de alanda etkin olan PKK, yerel Kürtler'in sorunlarının köklü çözümü için gereken çabayı göstermemiştir. Genel çalışmalar içerisinde Sovyet Kürtleri'nin yereldeki sorunları göz ardı edilmiştir. Oysa, BDT Kürtleri, Bağımsız bir Kürdistan'ı temel ihtiyaçları ve en büyük sorunları olarak görseler de, kendilerinin de yerelde çözülmesi gereken bir dizi sorunları vardır.Sovyet Kürtleri'nin siyasal, örgütsel, sosyal, kültürel, eğitimsel ve ekonomik ihtiyaçları ayrı ayrı eski Sovyet Cumhuriyetleri bazında ele alındığında bazı farklılıklar arz etse de ortak ihtiyaçlar ana başlıklar altında doğru ifadeye kavuşturulabilir:” dedikten sonra yazar görüşlerini ara başlıklar halinde;”1. Kimlik ve Eşitsizlik Sorunu, 2. Demokratik Temsil Sorunu, 3.Kürt Ulusu İle Dayanışma Sorunu” olarak izah etmiştir.
Yazar; Diasporadaki Kürtler hakkındaki siyasal ve düşünsel eğilimleri gözlemleyerek, belgesel bir şekilde özetlemeye ve tahlil etmeye çalışmıştır.
Kısacası; kitapta her hangi bir “örgütün propagandasını yapma” amacı yoktur. Söz konusu PKK ile ilgili olarak da; yukarıda ve kitapta belirtildiği üzere oradaki halkın içine düştüğü durum ve siyasal konjonktür ile Kürtlerin eğilimleri, PKK’nin yaklaşımları, çalışma tarzı ve halkın özlemleri ile ilk önce sıcak bir karşılık verdiğini, 1999’dan sonra ise halkın PKK’den uzak kaldığını izah etmiş ve esasta eleştirmiştir. Diasporadaki, yani Bağımsız Devletler Topluluğu(BDT)’ ndaki Kürtlerin pek çok çözüm arayışına girdiklerinin üzerinde durmakta ve öne çıkan kimlik ve demokratik taleplerinde ısrarlı olduğunun sonucuna varmış oldukları, bölümün özeti olarak öne çıkmaktadır.
Zira Kitapta, “PKK-KONGRA GEL” ismi bile hiçbir yerde geçmemektedir. Bu dava tamamen iddia makamının kendini “zorlayarak dava açma” histerisinin sonucu olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu edilen dönemde, (1989 ve 1999 ) PKK – Kongra Geldiye bir örgüt de yoktur. Bildiğim kadarıyla bu örgüt 2003’ten sonra PKK’nin pek çok konuda eski düşüncelerinden vazgeçerek “Demokratik Cumhuriyet” düşüncesini ortaya attıktan sonra kurulmuştur.
İddia makamı o kadar ön yargı ile hareket etmiştir ki; PKK eleştirisine dahi tehammül edebilecek durumda olmadığını, dünyanın herhangi bir yerindeki Kürtler ile ilgili bile olsa, asla herhangi bir tartışmaya tahammülünün olmadığını ortaya koymaya çalışmış ve insan hakları, demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi insani erdemleri adeta unutarak bu iddianameyi sunmuştur.
Eğer kitap ile PKK’nin propagandasını yapma gibi bir derdim olsaydı; PKK’yî “ aşırı merkeziyetçi”, “anti- demokratik” ve “halkın özgül durumunu görmeyen, görmediği için de giderek marjinalleştiği” vb. kavramları kullanan böylesi bir kitabı yayınlamam mümkün olmazdı.
Açıkça belirmek gerekir ki köylü zihniyeti esas alıp, popülist yaklaşımlar içeren tüm devlet ve örgütler, anti-demokratik özeliktedirler. Zira bu oluşumlar modernite ile yeterince buluşamayıp, aydınlanmayı yakalayamadıklarından dolayı düşüncelerin özgürce tartışılmasına tahammül edememektedirler. Bu yönü ile sayın savcının en basitinden ve esasında PKK tarzı örgütlemeleri eleştiren söz konusu kitaba soruşturma başlatması; eğer ki kitabın içeriğini anlayarak açmışsa, düşünce özgürlüğüne karşı tahammülsüzlüğü ile PKK’nin “ben merkezci” ve hatta kendisini eleştirenleri yıllardır cezalandırmaya çalışan özelikleri ile aynı paralelde olduğuna inanırım.
Açıkça belirmeliyim ki devletin şiddeti ile PKK’nın şiddeti birbirini beslemiştir. Bu durum Kürt sorununun bilimsel zeminden araştırılarak, çözüm üretmeyi engellemiştir. “Kürt sorunu”na bağlı olarak Türkiye’de demokrasi, insan hakları, hukukun yerleşmesi, ekonomi, göç, dünya ile rekabet etme ve entegre olma, istihdam, sağlık, planlı şehirleşme, trafik ve tüm problemlerin rahatça çözümünü engellemiştir. Bu çatışmalı ortamın yıllardır şiddet ve çeteci kültürü besleyerek toplumsal istikrarsızlığı yarattığı 9 Kasım 2005 tarihinde Hakkari Şemdinli’de meydana gelen ve Van Cumhuriyet Savcısının hazırladığı iddianamede de yer verildiği üzere, her sağduyulu insanın malumudur. Adeta sorunları kangrenleştiren bu çatışmalı iki zihniyet de demokrasiden uzak ve modern değildir. İki zihniyet de ortaçağ eğilimlidir. Tamamen karanlık ortamda siyasi ve ekonomik rant elde etmeyi hedeflemekte oldukları için bizleri, bizlerin asıl sorunlarımızı demokratik ve özgür bir ortamda araştırarak, tartışarak ve tamamen şiddetten arındırarak ele almamızı istemeyen başta devlet ve diğer cephede ona paralel hareket eden PKK’ dir.
Devlet yetkilileri zaman zaman “Kürt sorunu vardır.” dediler. “Bu sorunda Devletin hataları da olmuştur.” dediler. Ancak hataların neler olduğunu açmayıp ketum kaldılar. Devlet adeta Kürtlerden ve Kürt sorununu tartışmaktan, konuşmaktan korkuyor. Bilim adamları sorunu tartışmaktan çekiniyor. Siyasilerimiz bu sorunda siyaset üretmekten ürküyor. Tek ezberledikleri şey “Terörist PKK” deyip dururken, esas amaç “Kürt sorununu” maniple etmektir. Sorunla ilgili laf etmek isteyen, “Kürt Sorunu”nu tüm resmi saikler dışında ele almak düşüncesinde olanlar da soruşturmaya uğratılacağı korkusuyla konuyu düşünmek bile istememektedir. Bu dar döngüye itilen durum demokrasinin değil, şiddetin devreye girmesine hizmet etmiştir /etmektedir.
Aslında suçlandığım savı içeren iddianameyi bir iddianameden ziyade bir iftiraname olarak değerlendiriyorum. Kendimin şu anda bir iftiraname ile karşı karşıya olduğumu belirtmeliyim.
Kitap genel itibarıyla; Diasporadaki, yani BDT’deki Kürtlerin siyasal tarihini çeşitli boyutlarıyla ele alan bir belgeseldir. Bir propaganda kitabi olarak değerlendirilmesi kitabın çerçevesini daralttığı için de büyük bir haksızlıktır. İddia tamamıyla yanlıştır ve şiddetle reddediyorum.
AYRICA; Yayınlanan kitapta yer alan savlar; ifade ve basın hürriyeti sınırları içindedir. Çünkü söz konusu yazıda kişilik haklarına herhangi bir saldırı ile şiddete ve suça teşvik yoktur. İçerik olarak eleştirel mahiyettedirler.
Bir yayıncı olarak yayınladığım bütün yayınların içeriğine katılmamakla birlikte ifade hürriyeti çerçevesinde olan yazıları yayınlamaktayım. Bu kitabı da o çerçevede gördüğüm için yayımladım.
Fikirlerin mahkeme kararlarında değil, kamuoyunda ve ilgili platformlarda tartışılması gerekir. Fikirlerin ve araştırmaların müeyyidesi hapis ve para cezası değil, kamuoyunun ilgisi olmalıdır. Genel geçer fikirlerin değil, muhalif fikirlerin korumaya ihtiyacı vardır. Aykırı fikirlerin korunması için ifade ve basın hürriyeti kavramı gelişmiştir.
Hukuk evrenseldir. Düşünmek ve düşündüklerini ifade etmek ve yaymak en doğal haklardandır. Türkiye’de AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi)’ni imzalamış ve bu görüşte olduğunu belirmiştir. Ancak mevcut uygulama ile Türkiye’de bu sözleşmenin ihlal edildiği kanaatindeyim.
Sonuç : Sunduğum nedenlerle hakkımda yürütülen soruşturma ve davanın yersiz / haksız olduğunu düşünüyorum. 24 / 03 / 2006