Halil İbrahim Özcan: İktidar İlişkisinde Aşk Yok Sayılıyor

24 Eylül 2007, Pazartesi

"Fikriye" adlı son kitabını 'sırlarında bırakılmış bütün kadınlara' adamış ve bu kitabı Tarlabaşı'nda, kentsel dönüşüm (rantsal dönüşüm) kapsamına alınan, terk edeceği evinde yazmış. Paper-moon'a hiç gitmediği halde, kitabı en çok satanlar arasında Halil İbrahim Özcan'ın. Bazıları vardır ki fırtınayı, rüzgârı başında ya da sırtında taşır daima. İşte, Halil İbo da onlardan biri. Heyecanlı, yoğun bir hayat belki, ama Samsa eğer bunun kelime olarak karşılığı, O'nun hayatı şanssızlıklarla dolu. Halil İbo, hayatın kaybedenler tarafında olmuş hep. Ama yine de her şeye rağmen, insan yaşamayı bu kadar mı benimser ve keyifli hak getirir demeden de edemiyorsunuz...

Şair-hikayeci olarak biliniyorken, bu kitap nereden çıktı? Nereden aklına geldi böyle bir kitap yazmak?

Haklısın. Yazarların masaları boş olmaz hiçbir zaman. Yıllardır çalıştığım dosyalar vardı. Bu dosyalardan biri de beni yıllardır peşinden sürükleyen Fikriye Hanım'ın trafik sonuydu. Resmi tarihler dilsizdirler. Dilleri ancak kendilerini dillendirir. Ve o da hiçbir zaman tarihsel gerçekliklerin dili olmaz bu yüzden. Özgürlük alanlarının kırıldığı nokta dilde başlar bence. Fikriye Hanım'ın dosyasının öne geçme nedenlerinden ilki ve bence en önemlisi onu ezgin bir gül olarak görmemdi. İktidar ilişkileri içindeki kadının kıstırılmışlığı, aşkların doyasıya yaşayamaması ve sırlarıyla toprak altında kalışıydı. Oysa gök kubbe altında hiçbir sır sonsuza kadar kalamazdı.

Hazırlık aşaması nasıl oldu? Biraz bahseder misin?

Kitabı hazırlarken Fikriye Hanım'la birlikte sonsuz acılar çektim ve Mustafa Kemal'in yalnızlığına bin kez katıldım. Fikriye Hanım daha önce de yazılmıştı ama ben başka bir cümlenin peşindeydim. O yüzdendir ki, ezgin bir gül olan Fikriye Hanım, vefa duygusunu bende yeniden çağrıştırarak yeniden yazmaya başlamamın sebebi oldu. Aslında, baştan sona beni içine çeken bir merakın peşinden gittim. Aşkın iktidar ilişkileri içinde -yaşanılan kim olursa olsun- kirletilebileceğini gördüm ve yok sayıldığını, itildiğini... Bu, Fikriye Hanım'ın şahsında bir yığın şeyi yeniden gözden geçirmeme neden oldu. Sonuçta insan nerede nasıl olursa olsun, yani konum olarak, aynıdır. 'İnsanda insanlığın her türlü hali vardır', öyle bir şey işte...

Peki ya Fikriye?

Yüzü açılmamış bir ölüdür Fikriye Hanım. Bahtsızlığı kendinden menkul değilken kabına sığmayan bir melek gibi kaybolmuştur. Aşkının tılsımını bozan ise gene bir başka kadındır. Kilidi sökülmüş bir kapıdaki anahtar gibi bırakılmıştır bir kenara, onca yaşanılmışlıktan sonra.

Edebiyatın çeşitli günümüz argümanlarını kullanmasını nasıl karşılıyorsun? Popülerlik, reklam gibi...

Günümüzde edebiyat olarak kalacak iyi metinler de popüler baskıdan etkileniyor ve etkilenecekler. Bazı arkadaşlar var ki kitapları Türkçe basılmadan İngilizce ya da başka bir dilde basılıyor ve popüler bir reklâmla iç piyasaya dönüyor; işte bu da günü en iyi şekilde kullanmak oluyor, kalıcı bir iş yapılmıyor. Edebiyat için tehlike arz eden bir durum söz konusu. Edebiyat ajansları önlerine gelenin edebi bir eser olmasından yana bir tavır sergilemiyor, kitabın nasıl satabilirliği üzerine reklâm kampanyaları düzenliyorlar. Doğal olarak, has edebiyat burada zarar görüyor. Yazarın yazdıklarından bahsedilmiyor da; kimle nerede, ne yaptığından bahsediliyor; işte o reklâm süreçleri günümüz okuruna bunu dayatıyor. Bütün bu baskıya rağmen yine de has edebiyat okuru, seçici bir şekilde kitap okumaya devam ediyor. Bu iyi edebiyatçılar adına sevindirici bir okur tavrıdır. Bu rüzgâra okurlar yenilmezken ne üzücüdür ki edebiyatçılar yeniliyor ve ilk kaygıları 'kitabım nasıl satar' oluyor.

Edebiyat çevreleri hızla gelişen teknolojiyi iyi kullanamadılar mı sence? Bu gelişimde edebiyatın yeri oluşturulamadı mı?

Çok doğru, o konuda bir şaşkınlık var ve hala devam ediyor. Şaşkınlığı şu anlamda söylüyorum; teknolojinin edebiyatçılar üzerindeki olumsuz etkisini anlatabilmek için kullanıyorum. Hiç kimse internete müdahale ederek bu kötüdür ya da bu ürünleri burada paylaşmayın diyemez. Ha! Ne olurdu; bence iyi edebiyat siteleri kurularak ve desteklenerek iyi edebiyatçıların denetiminde yürütülmüş olsaydı, o sanal ortama girip kitaptan uzaklaşan okur kaybedilmemiş olurdu. Maalesef bu yapılmadı, herkes birbirini suçladı ve şimdi de fatura okura kesiliyor.

Edebiyat dergilerinin çeşitli nedenlerle açılıp kapanmaları kendi istikrarsızlıklarını okura yansıtmış olmuyor mu?

Yazarlar edebiyat dergilerindeki heyecanlarını kaybettiler. Bunun da nedenleri var; edebiyat dergiciliği tarihimize baktığınızda, iyi dergilerin iyi edebiyatçılar tarafından çıkartılmış olduğunu görürsünüz. Gerçek edebiyatçılar, şimdiki gibi eş dost sohbetlerini sayfalarına taşımadan, sayfalarını gece gündüz emek vererek yayına hazırlarlardı. O dergilerin, yayın kurulunda bulunan isimlerin bile yazıları basılamayabiliyordu. Kıran kırana bir eleştiri ve edebiyat ortamı yaşanmıştır dergicilik geçmişimizde. Şimdi ki dergilerin hazırlık aşamasından tutun da, sayfalarında yer alan öykü, şiir vb. çalışmalar bırakın eleştiri ortamını, yayın kurulu nedir onu bile görmeden basılıyorlar. Doğal olarak, dergilerin düşen kalitesiyle birlikte okur sayısı da azalıyor ve kapanmak zorunda kalıyorlar. Haliyle bir edebiyatçı olarak üzülüyorum bu duruma. Türk edebiyatında, bahsettiğim dergi geleneği bugün bir iki dergi sayesinde devam etmektedir. Varlık, Virgül gibi dergiler de olmasaydı tamamen edebiyat dergiciliği bitmiş olurdu.

Yakında okurla buluşturmayı planladığın yeni çalışmalar var mı?

Şimdilerde üstünde çalıştığım dosyalardan biri "Haçin" adını verdiğim ve 1915-1919 yılları arasına ait bir dönem kitabı var. Yıllardır üstünde çalıştığım bir dosyadır. Bittiğini düşündüğüm, ancak üstünde hâlâ çalıştığım bir hikâye dosyası, bir de Filistin'de kaldığım döneme ait gözlemlerimden oluşan, orada gerilla olarak yaşayanların hayatlarından belgesel niteliğinde bir kitap hazırlığındayım ve üzerinde çalışıyorum.

Edebiyat eleştirisi azaldı. Reklam kaygılı yazına eleştirmenler ne diyor? Herhangi bir tepki gösteren yok mu?

Türk edebiyatında zaten sayıları çok az kalan eleştirmenlere yeni isimler eklenemediğinden bu yapı da hızla zayıflıyor. Belki eleştirmenliğin genç kuşaklar tarafından sahiplenilmemesinin nedeni teknoloji ve internet diyebiliriz. İnternette bakıyorsunuz, özellikle gençler kendi web sayfalarını, bloglarını kuruyorlar ve okuduklarını orada yazıp çevrelerine duyuruyorlar. Eskiden heyecanla beklenen dergiler günümüzde çok az. O zamanlar bir şair, bir yazar bir dergiye yeni yazılarını verdiği zaman, derginin çıkacağı gün heyecanla beklenirdi. Günümüzde okuru peşinden sürükleyecek edebiyat dergilerinin ve eleştiri sayfalarının azalması bu boşluğa açılım sağlamış oldu. Okuru bu dijital ortamdan kurtarıp kendisini takip edebilir bir hale getirecek ciddi yazarlar ve dergiler olmalı yayın hayatında.

 

Değerli üyemiz ve Hapisteki Yazarlar Komitesi başkanı Halil İbrahim Özcan ile yeni romanı "Çankaya'nın Duvaksız Gelini: Fikriye" üzerine yapılan bu söyleşi Birgün gazetesinde 23.09.2007 tarihinde yayımlanmıştır.

Share Box