Bu savaş bitmeli, akan kanlar durmalı!.. İyi de, kim durduracak?.. Akan kan, topla tüfekle topukkopartanla durur mu?.. Onların istediği bu zaten, halkların arasında onulmaz yaraların açılması… Bu sorunun muhatabı asker değil! Siyasetçiler hiç değil; olsaydı yirmi yıl boşa gitmezdi. Halk desen, zaten çaresizlik, endişe ve öfke içinde; her türlü ideolojik ve sosyo ekonomik provokasyona açık. O halde kim elini taşın altına sokacak?.. Düşünenler tabii!
Ama Türk değil, en başta Kürt Aydınları!
Küresel bağlamda birikim sahibi, toplumsal veya sanatsal etkinliklerin içinde yer alagelen, özeleştiri yapabilen, hümanist, din, dil, ırk, siyasi orijinli ayrımcılık yapmadan sağduyusu ile düşüncesini ortaya koyabilen, düşünceleri ile yaşamı örtüşen, özsaygısı ve özgüveni olan Kürt Aydını!
İçinde yaşadığı toplumu evrensel ilkeler bağlamında özgürce sorgulama kariyerine sahip olan ve bu durumdan vazife çıkaran Kürt Aydını! Hepsi de içeride, ya da yurtdışında değil ya!..
Bu aydınların ortaya çıkıp, Kürt halkını ve kendilerini, sorunu silahla çözmek yanlısı olanlardan, Kürtçülük yapanlardan bir an önce ayırmaları gerek. Onların konuşmaları, bizim de dinlemekten öte, hukuki veya sosyolojik kovuşturmaya uğramadan konuşacakları ortamı sağlamak bağlamında yanlarında olmamız lazım.
Sorun, hepimizin bildiği gibi sadece etnik değil, ekmek sorunudur da. Bu ülkenin tartışma götürmez sınırları içinde yaşayan herkes, bu ülkenin vatandaşıyım diyen her insan, iş ve aş bulabilmeli, babasından dedesinden ne gördüyse kendi diniyle, diliyle, örf adetiyle yaşayabilmeli. Bu, bir ülkenin zenginliğidir; ne sınırını sulandırır, ne resmi dilini peltekleştirir.
Umutlarımız gibi korkularımızı da provoke etmelerine izin vermeyelim.
Televizyon ekranlarında bangır bangır kendine has lehçesiyle “Vanlıyım, Ercişliyim ama bu ülke vatandaşıyım!” diye bağırarak Cumhuriyet bayramında bayrak sallayan adamı nereye koyacaksınız?.. 60 senedir o coğrafyanın mahrumiyetini, feodal çarpıklıkları ve ora insanının üstündeki devlet otoritesinin baskısını yazan –ki bugün de değişen pek bir şey yok- Yaşar Kemal Külliyatını ve Anadolu’nun bu ulu çınarının kendisini nereye dikeceksiniz?..
Meclisteki etnik parti, Kürt halkının tamamının sözcüsü olamaz. Nasıl ki, meclisteki diğer partilerin hiçbirinin Türk halkını tek başına temsil edemeyeceği gibi. Bugünkü meclistekinden farklı, kendini Kürt halkına yakın hisseden başka seslerin de meclis içinde yankı bulması, sanıldığı gibi yaşanan sorunları katmerlendireceği yerde, çözüme dönük düşünsel bir zenginlik getirecektir.
Bu akan kanları ancak, sorunları silahla çözmek isteyenlere ve halkları bölmek isteyenlere açık seçik karşı tavır alan Kürt Aydınları durdurabilir. Zaten asıl amaç budur; ülkelerin bölünmesi halkların bölünmesinin doğal sonucudur. Ne yazık ki, bugün bu ülkede yaşayan halkın kafasında tek tip ırkçı bir Kürt figürü oluşturulmaya çalışıyor. “Bizim gibi düşünen” milyonlarca Kürt insanının da bu ülkede yaşadığını toplumun genelinin görmesi lazım.Kaldı ki artık bugün bu, sadece akan kanların durması açısından değil, yüzyıllardır bir arada yaşamış bu iki halkı karşı karşıya getirmeye çalışan emperyal güçlerin de oyununu bozmak açısından bir zorunluluk haline geldi. Sadece Kürt Aydınları bugün bu iki toplum arasında sallanan köprüleri yeniden sağlamlaştırıp, tutkal olabilir.
Tabii bu arada kendi kısır iç hesaplaşmalarından yola çıkıp hâlâ “aydın” kavramı konusunda konsensüs sağlamaya çalışan sözde Türk Aydınları yanında, özde aydın olan Türklerin de bu çabalara koşulsuz destek olmaları gerekmekte.
Kürt Aydınları başta olmak üzere ötekileştirilmeye çalışılan tüm halkları kucaklamak, bugün orta doğuda enerji havzalarının parsellenmesi adına oynanan oyunu bozmak açısından hayati önem taşıyor.
Bu aşamada bu ülkenin tüm kurum ve ilişkileriyle demokratikleşmesi de her zamankinden çok daha önemli. Demokrasi mi, Cumhuriyet mi gibi kısır çekişmeler yerine bu iki kavramın et ve tırnak olduğunu kabul etmek, Cumhuriyetin bir vücut, sağlıklı bir beden; demokrasinin de bu bedende varolması gereken bir ruh olduğu konusunda anlaşmak çok mu zor?..
Bu ülkede “Cumhuriyet” e atfedilen anlam, dünyanın tarihsel yol haritasındaki Fransa veya İran örneklerinden çok farklı. Bu bakımdan bu kavramları numaralandırıp kategorize ederken ortak hassasiyetleri göz önüne almakta yarar var.
Demokrasi adına milletçe toplu ruh çağırma seansından, itilmiş kakılmış psikolojisinden ve Yunanistan’daki bebek ölümleriyle bizdekini karşılaştıran daimi sızlanma komplekslerinden silkinmemiz gerekiyor. Bunların yerine çağdaş demokratik düşünce sistemi ve uygulamalarını bir an önce tam anlamıyla toplumumuzla içselleştirmek için her türlü resmi, yarı resmi, siyasi ve bürokratik otoriteler nezdinde gereken baskıları bıkmadan usanmadan her zamankinden daha fazla kurmak zorundayız. Ülkede her gün 80 öncesinde olduğu gibi bir miting havasında kalkan cenazelerin sona ermesi bununla doğrudan ilişkili. Filmin kanlı senaryosu aynı; aktörler aynı; ne yazık ki kurbanlar yine bizden. Küresel zorbalığın gözlere inen karanlık perdesini yırtmak sanıldığı kadar zor değil! Unutulmamalı ki, kurşunla vakitsiz ölen her insan toplumuzda gizli gizli ahdedilen kan davalarının, gizli gizli beslenen kinlerin değirmenine kansuyu taşımakta.
Bu oyunu bozalım, bu kumpastan sıyrılalım, iç ve dış savaş çığırtkanlarına rağmen biz istersek barış hâlâ mümkün.
Hem de nasıl mümkün!.. (…)
yer üstünde taş
taş üstünde gök
gökte tek bir güvercin kalmasa dahi
onca düşkırım, katliam, kıyamet bir araya gelse
lav kıvamında bir cerahat olarak yağsa
Pizarro nefreti üstümüze;
Felluce’de
son bebeğin dudağının kıyısında filizlenecek
sürgün yaparak saracak meydanları o gülümseme!...
doğurgan olan biziz;
düşlerimiz sürgünde diye yüz düşürme
anaç fikirlerimiz var onların hâlâ akıl erdiremediği
Bu Savaş Bitmeli
Bu savaş bitmeli, akan kanlar durmalı!.. İyi de, kim durduracak?.. Akan kan, topla tüfekle topukkopartanla durur mu?.. Onların istediği bu zaten, halkların arasında onulmaz yaraların açılması… Bu sorunun muhatabı asker değil! Siyasetçiler hiç değil; olsaydı yirmi yıl boşa gitmezdi. Halk desen, zaten çaresizlik, endişe ve öfke içinde; her türlü ideolojik ve sosyo ekonomik provokasyona açık. O halde kim elini taşın altına sokacak?.. Düşünenler tabii!
Ama Türk değil, en başta Kürt Aydınları!
Küresel bağlamda birikim sahibi, toplumsal veya sanatsal etkinliklerin içinde yer alagelen, özeleştiri yapabilen, hümanist, din, dil, ırk, siyasi orijinli ayrımcılık yapmadan sağduyusu ile düşüncesini ortaya koyabilen, düşünceleri ile yaşamı örtüşen, özsaygısı ve özgüveni olan Kürt Aydını!
İçinde yaşadığı toplumu evrensel ilkeler bağlamında özgürce sorgulama kariyerine sahip olan ve bu durumdan vazife çıkaran Kürt Aydını! Hepsi de içeride, ya da yurtdışında değil ya!..
Bu aydınların ortaya çıkıp, Kürt halkını ve kendilerini, sorunu silahla çözmek yanlısı olanlardan, Kürtçülük yapanlardan bir an önce ayırmaları gerek. Onların konuşmaları, bizim de dinlemekten öte, hukuki veya sosyolojik kovuşturmaya uğramadan konuşacakları ortamı sağlamak bağlamında yanlarında olmamız lazım.
Sorun, hepimizin bildiği gibi sadece etnik değil, ekmek sorunudur da. Bu ülkenin tartışma götürmez sınırları içinde yaşayan herkes, bu ülkenin vatandaşıyım diyen her insan, iş ve aş bulabilmeli, babasından dedesinden ne gördüyse kendi diniyle, diliyle, örf adetiyle yaşayabilmeli. Bu, bir ülkenin zenginliğidir; ne sınırını sulandırır, ne resmi dilini peltekleştirir.
Umutlarımız gibi korkularımızı da provoke etmelerine izin vermeyelim.
Televizyon ekranlarında bangır bangır kendine has lehçesiyle “Vanlıyım, Ercişliyim ama bu ülke vatandaşıyım!” diye bağırarak Cumhuriyet bayramında bayrak sallayan adamı nereye koyacaksınız?.. 60 senedir o coğrafyanın mahrumiyetini, feodal çarpıklıkları ve ora insanının üstündeki devlet otoritesinin baskısını yazan –ki bugün de değişen pek bir şey yok- Yaşar Kemal Külliyatını ve Anadolu’nun bu ulu çınarının kendisini nereye dikeceksiniz?..
Meclisteki etnik parti, Kürt halkının tamamının sözcüsü olamaz. Nasıl ki, meclisteki diğer partilerin hiçbirinin Türk halkını tek başına temsil edemeyeceği gibi. Bugünkü meclistekinden farklı, kendini Kürt halkına yakın hisseden başka seslerin de meclis içinde yankı bulması, sanıldığı gibi yaşanan sorunları katmerlendireceği yerde, çözüme dönük düşünsel bir zenginlik getirecektir.
Bu akan kanları ancak, sorunları silahla çözmek isteyenlere ve halkları bölmek isteyenlere açık seçik karşı tavır alan Kürt Aydınları durdurabilir. Zaten asıl amaç budur; ülkelerin bölünmesi halkların bölünmesinin doğal sonucudur. Ne yazık ki, bugün bu ülkede yaşayan halkın kafasında tek tip ırkçı bir Kürt figürü oluşturulmaya çalışıyor. “Bizim gibi düşünen” milyonlarca Kürt insanının da bu ülkede yaşadığını toplumun genelinin görmesi lazım.Kaldı ki artık bugün bu, sadece akan kanların durması açısından değil, yüzyıllardır bir arada yaşamış bu iki halkı karşı karşıya getirmeye çalışan emperyal güçlerin de oyununu bozmak açısından bir zorunluluk haline geldi. Sadece Kürt Aydınları bugün bu iki toplum arasında sallanan köprüleri yeniden sağlamlaştırıp, tutkal olabilir.
Tabii bu arada kendi kısır iç hesaplaşmalarından yola çıkıp hâlâ “aydın” kavramı konusunda konsensüs sağlamaya çalışan sözde Türk Aydınları yanında, özde aydın olan Türklerin de bu çabalara koşulsuz destek olmaları gerekmekte.
Kürt Aydınları başta olmak üzere ötekileştirilmeye çalışılan tüm halkları kucaklamak, bugün orta doğuda enerji havzalarının parsellenmesi adına oynanan oyunu bozmak açısından hayati önem taşıyor.
Bu aşamada bu ülkenin tüm kurum ve ilişkileriyle demokratikleşmesi de her zamankinden çok daha önemli. Demokrasi mi, Cumhuriyet mi gibi kısır çekişmeler yerine bu iki kavramın et ve tırnak olduğunu kabul etmek, Cumhuriyetin bir vücut, sağlıklı bir beden; demokrasinin de bu bedende varolması gereken bir ruh olduğu konusunda anlaşmak çok mu zor?..
Bu ülkede “Cumhuriyet” e atfedilen anlam, dünyanın tarihsel yol haritasındaki Fransa veya İran örneklerinden çok farklı. Bu bakımdan bu kavramları numaralandırıp kategorize ederken ortak hassasiyetleri göz önüne almakta yarar var.
Demokrasi adına milletçe toplu ruh çağırma seansından, itilmiş kakılmış psikolojisinden ve Yunanistan’daki bebek ölümleriyle bizdekini karşılaştıran daimi sızlanma komplekslerinden silkinmemiz gerekiyor. Bunların yerine çağdaş demokratik düşünce sistemi ve uygulamalarını bir an önce tam anlamıyla toplumumuzla içselleştirmek için her türlü resmi, yarı resmi, siyasi ve bürokratik otoriteler nezdinde gereken baskıları bıkmadan usanmadan her zamankinden daha fazla kurmak zorundayız. Ülkede her gün 80 öncesinde olduğu gibi bir miting havasında kalkan cenazelerin sona ermesi bununla doğrudan ilişkili. Filmin kanlı senaryosu aynı; aktörler aynı; ne yazık ki kurbanlar yine bizden. Küresel zorbalığın gözlere inen karanlık perdesini yırtmak sanıldığı kadar zor değil! Unutulmamalı ki, kurşunla vakitsiz ölen her insan toplumuzda gizli gizli ahdedilen kan davalarının, gizli gizli beslenen kinlerin değirmenine kansuyu taşımakta.
Bu oyunu bozalım, bu kumpastan sıyrılalım, iç ve dış savaş çığırtkanlarına rağmen biz istersek barış hâlâ mümkün.
Hem de nasıl mümkün!.. (…)
yer üstünde taş
taş üstünde gök
gökte tek bir güvercin kalmasa dahi
onca düşkırım, katliam, kıyamet bir araya gelse
lav kıvamında bir cerahat olarak yağsa
Pizarro nefreti üstümüze;
Felluce’de
son bebeğin dudağının kıyısında filizlenecek
sürgün yaparak saracak meydanları o gülümseme!...
doğurgan olan biziz;
düşlerimiz sürgünde diye yüz düşürme
anaç fikirlerimiz var onların hâlâ akıl erdiremediği
korkma; bu topraklardan yola çıktı
yine bizimle yürüyecek bu kervan.
bilmiyorlar ki
onların da
onların çocuklarının da
hayatı bu gülümsemeye bağlı.
bir gülümsersek
bu gülümsemenin tarihini yazmasa da
kitaplar bir gülümsersek
ah, bir gülümsersek
onlara yenilgiyi tattırmanın
kendimizi iyi hissetmenin ötesinde
güzel günler için hâlâ şansımız olduğunu
göreceksiniz çocuklar!