Lübnanlı büyük filozof Halil Cibran’ın (1883-1931) anlattığı bir öykü oldukça anlamlıdır: “Suların yükseldiği sırada Nil kıyısında bir sırtlan ile bir timsah karşılaştılar; durup selamladılar birbirlerini. Sırtlan konuştu ve dedi: ‘Günleriniz nasıl geçiyor efendim?’ Timsah cevap verdi: ‘Kötü geçiyor. Gün oluyor acılarım ve hüznüm içinde ağlıyorum ve yaratıklar diyorlar ki: Bunlar yalnızca timsah gözyaşları. Bu beni her sözün ötesinde yaralıyor.’ Sırtlan dedi ki: ‘Acınız ve hüznünüzden söz ediyorsunuz; ama bir an için beni düşünün. Dünyanın güzelliğine, harikalarına, mucizelerine bakıyorum ve salt bir sevinçle, günün güldüğü gibi gülüyorum günün. Ormanın insanları diyorlar ki: Bu yalnızca bir sırtlan gülüşü.’
” Gülüşlerimiz ya da gözyaşlarımız çoğu zaman inandırıcı olmuyor. Ya da kimse hislerimizden tam emin değil! Gün oluyor bir yurttaş olarak ülkemize vergi, emek, çaba, sevgi versek de ağrılarımızı kimse duyumsamıyor. Ne kadar acı çeksek ve kaldıramayacağımız yükün altında inlesek de bizi anlayan olmuyor!
Bizde bir sorun var: Acılarımızı ve sevinçlerimizi ifade edemiyoruz. Bir kez geldiğimiz dünyada bir insan yaşantısıyla yaşamak için çektiğimiz çabayı çoğu kez başaramayız. Eğitimimiz ya da hayallerimiz tamamlanmaz! Kendi ülkemizde bir haymatlos gibi dolup dolaşırız. Hep gözetleniriz ve en küçük eylemimiz suç olur! At arabacılığı yaparız, modası geçmiştir. Plâkamız yoktur, trafiği aksatırız, kaçak çalışırız belki. Yapamayız!
Gün olur seyyar satıcı oluruz; vergisiz, ruhsatsız kazanç peşindedir denir, kovalanırız. Zabıtalar korktuğumuz hayaletlerdir. Çocuklarımız da yoksul olur. Onlara vereceğimiz tek miras yoksulluk olur. Kimsesizlik te onların ruhsatı olur. Ağlarız, ter dökeriz, kimse tınlamaz! Çünkü herkesin bir sorunu var(dır). Gözyaşlarımızı asıl görmesi gerekenler-yönetenler-bizler için kıllarını kıpırdatmaz. Oysa onlar ne çok timsah gözyaşları dökmüşlerdi bizim gerçek gözyaşlarımız yerine!
Ailemizi, çocuklarımızı, ülkemizi sevmek için yüzümüz güleçtir bizim. Oğlumuz liseyi bitirdiğinde sevinçten kahkahaları patlatırız. Ama yoksul olduğumuzdan kahkahalarımızda gizem ararlar. Kahkahalarımız tehlikelidir, yüzümüz soğuk gelir onlara. Yüzümüz sansardır bizim, gülüşümüzü de sansar gülüşü sanırlar. Oysa ekâbirler ne çok gülmüşlerdir bize. Oralar yükselmek için ne çok sansar yüzlerini gizlemişlerdir. Ve küçük krallıklarında (büyük mal varlıklarında) ne çok gülmüşlerdir aç sefil halimize, ne çok patlatmışlardır sansar kahkahalarını!
Halil Cibran ne güzel söylemiş, ne güzel yazmış. Dertlerimizi ve sevinçlerimizi görmüyorlar, anlamıyorlar. Ve en çok biz anlatamıyoruz. Ağladığımız yerde güldüğümüzü sanıyorlar, güldüğümüz yerde de ağladığımızı… Hak ve özgürlüklerimizi, yaşama hakkımızı, sevgimizi, sevdamızı öğretmeliyiz onlara. Nelere ağlayıp, nelere güldüğümüzü de… Ve en çok beynimizi yıkayan o insanlara karşı yerimizi belirlemeliyiz!
Yüzümüz Güleçtir Bizim
Lübnanlı büyük filozof Halil Cibran’ın (1883-1931) anlattığı bir öykü oldukça anlamlıdır: “Suların yükseldiği sırada Nil kıyısında bir sırtlan ile bir timsah karşılaştılar; durup selamladılar birbirlerini. Sırtlan konuştu ve dedi: ‘Günleriniz nasıl geçiyor efendim?’ Timsah cevap verdi: ‘Kötü geçiyor. Gün oluyor acılarım ve hüznüm içinde ağlıyorum ve yaratıklar diyorlar ki: Bunlar yalnızca timsah gözyaşları. Bu beni her sözün ötesinde yaralıyor.’ Sırtlan dedi ki: ‘Acınız ve hüznünüzden söz ediyorsunuz; ama bir an için beni düşünün. Dünyanın güzelliğine, harikalarına, mucizelerine bakıyorum ve salt bir sevinçle, günün güldüğü gibi gülüyorum günün. Ormanın insanları diyorlar ki: Bu yalnızca bir sırtlan gülüşü.’
” Gülüşlerimiz ya da gözyaşlarımız çoğu zaman inandırıcı olmuyor. Ya da kimse hislerimizden tam emin değil! Gün oluyor bir yurttaş olarak ülkemize vergi, emek, çaba, sevgi versek de ağrılarımızı kimse duyumsamıyor. Ne kadar acı çeksek ve kaldıramayacağımız yükün altında inlesek de bizi anlayan olmuyor!
Bizde bir sorun var: Acılarımızı ve sevinçlerimizi ifade edemiyoruz. Bir kez geldiğimiz dünyada bir insan yaşantısıyla yaşamak için çektiğimiz çabayı çoğu kez başaramayız. Eğitimimiz ya da hayallerimiz tamamlanmaz! Kendi ülkemizde bir haymatlos gibi dolup dolaşırız. Hep gözetleniriz ve en küçük eylemimiz suç olur! At arabacılığı yaparız, modası geçmiştir. Plâkamız yoktur, trafiği aksatırız, kaçak çalışırız belki. Yapamayız!
Gün olur seyyar satıcı oluruz; vergisiz, ruhsatsız kazanç peşindedir denir, kovalanırız. Zabıtalar korktuğumuz hayaletlerdir. Çocuklarımız da yoksul olur. Onlara vereceğimiz tek miras yoksulluk olur. Kimsesizlik te onların ruhsatı olur. Ağlarız, ter dökeriz, kimse tınlamaz! Çünkü herkesin bir sorunu var(dır). Gözyaşlarımızı asıl görmesi gerekenler-yönetenler-bizler için kıllarını kıpırdatmaz. Oysa onlar ne çok timsah gözyaşları dökmüşlerdi bizim gerçek gözyaşlarımız yerine!
Ailemizi, çocuklarımızı, ülkemizi sevmek için yüzümüz güleçtir bizim. Oğlumuz liseyi bitirdiğinde sevinçten kahkahaları patlatırız. Ama yoksul olduğumuzdan kahkahalarımızda gizem ararlar. Kahkahalarımız tehlikelidir, yüzümüz soğuk gelir onlara. Yüzümüz sansardır bizim, gülüşümüzü de sansar gülüşü sanırlar. Oysa ekâbirler ne çok gülmüşlerdir bize. Oralar yükselmek için ne çok sansar yüzlerini gizlemişlerdir. Ve küçük krallıklarında (büyük mal varlıklarında) ne çok gülmüşlerdir aç sefil halimize, ne çok patlatmışlardır sansar kahkahalarını!
Halil Cibran ne güzel söylemiş, ne güzel yazmış. Dertlerimizi ve sevinçlerimizi görmüyorlar, anlamıyorlar. Ve en çok biz anlatamıyoruz. Ağladığımız yerde güldüğümüzü sanıyorlar, güldüğümüz yerde de ağladığımızı… Hak ve özgürlüklerimizi, yaşama hakkımızı, sevgimizi, sevdamızı öğretmeliyiz onlara. Nelere ağlayıp, nelere güldüğümüzü de… Ve en çok beynimizi yıkayan o insanlara karşı yerimizi belirlemeliyiz!