Darwin’e saygı ile, “insan” adlı primat türü ile ilgili manzara-i umumiye:
Bilim ve eleştirel akıl düşmanı anti-laik dinci hareketler ABD dahil pek çok yerde güçleniyor. Şair ve yazarlar Burma, Çin, İran, Kenya, Sudan ve Zimbabwe gibi pek çok totaliter ülkede zulüm görüyor. Afganistan ile Pakistan dinci faşizmin gölgesi altında.
Türkiye’de Sabahattin Ali, Musa Anter, Hrant Dink, Turan Dursun, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve daha nice aydına kıyan faşist zihniyet (ve fiiliyat) yetmezmiş gibi, bilim ve demokrasi kültürü olmayan (ve zaten bunları umursamayan), eleştiriye tahammülsüz dinci faşizm de vahim bir noktaya varmıştır.
Bazı usta yazarlarımıza ödül verilirken başka bazı usta yazarlarımız romanlarında ‘din aleyhtarı’ unsurlar olduğu iddiası ile ısrarla mahkemeye sevk ediliyor. Medya ya satın alınıyor ya da çeşitli yollarla yok edilmeye çalışılıyor.
Bu gerçekleri Batılı yazar, gazeteci ve sanat etkinlikleri nedeniyle bir araya geldiğimiz diplomatlara özenle vurgulamaktayız. Obama Amerikan emperyalizminin B planı olabilir; ama insanlık tarihinde ırkçılığa karşı mücadelede küçümsenmemesi gereken bir hamlenin de sembolü konumunda. Dünyada yüz milyonlarca insan sevinebilmişse, Martin Luther King’in öldürülmesinin acısını taşıyan 105 yaşındaki siyah kadın oy kullanma mutluluğu ve bir zafer yaşamışsa, bunu küçümsemek hoyratlık olmaz mı? Obama’nın dinciliğe karşı sekülarizmi vurgulaması, Türkiye’ye dayatılan “Ilımlı İslam” tuzağına karşı uyarıları dikkate alabileceğini düşündürüyor.
Yurttaşı olduğumuz söylenen ama öyle hissetmememiz için resmî ve gayriresmî çevrelerce nicedir her türlü eziyetin yaşatıldığı bu ülkede darbeler ve faili meçhul cinayetler ile ömürler tüketildi. Bu mekanizmaların deşifre edilmesini talep her yurttaşın hakkıdır. Yurttaş isek, yurttaş olmak istiyorsak.
İşgalci gibi davranan ve partilerle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kapatan cuntacıları yargılamayı beceremeyen yarı-yurttaşlar olarak dünyada saygı görmeyi nasıl bekleyebiliriz? Cunta başı ceza kanununun “halkı askerlikten soğutmak” ile ilgili maddesi bağlamında yargılanamaz mı? Gerek 301. madde, gerekse %10 barajı ve partilerdeki genel başkan sultası ile hangi demokrat dünyalı bizi ciddiye alır?
On yıllarca süren resmî yalanlarla gelinen nokta bu. Realite terbiyesi gündemde. Sorunları aşabilmek için anlayabilmek gerekli. Ama bazıları bu noktada Atatürk’ün adını faşizan emeller uğruna kullanmaya devam ediyor.
İşgale ve monarşiye karşı cumhuriyet, laiklik, kadın hakları, alfabe ve takvim değişikliği gibi hamlelerle şekillenen çok önemli bir dönüşümün –evet, bir devrimin- önderi olan Mustafa Kemal’in önemi dünya çapındadır. İnsanı “tabiatın bir evladı” sayan yaklaşımı, yaratılış dogmasına karşı önemini korumaktadır.
Öte yandan, o dönemlerden bu yana özellikle Kürt yurttaşların uğradığı baskılar savunulamaz ve eleştiri konusudur. Atatürk’ün adına sığınarak darbecilik ve faşizan politikalarda ısrar çağdaşlık değil, çağ dışılıktır.
Son aylarda darbecilikle mücadele adına muhalif düşüncelere ve aydınlara yönelik resmî ve gayriresmî korku ve sindirme politikası yürütülmektedir. Artık hepimiz ansızın alınıp götürülebilir, neden suçlandığımızı bilmeden aylarca hapiste tutulabiliriz. Nedir bu?
Türkiye’de demokrasi kültürü zayıf. Irkçılık kabul ve itiraftan hoşlanmadığımız kadar fazla. Farklı sıfatlarla boy gösteren faşizan bir kültür var. Bu faşizanlık derin, yaygın. Bu kültürün izlerine hemen yanımızda ve hatta kendimizde bile an an rastlayabiliriz. Anti-demokratik alışkanlıklara karşı sürekli özeleştirellik gerekli. En demokratımız gelişkin bir ülkedeki muhafazakâr kadar demokrat olamayabilir.
Ne zaman yarı-yurttaşlıktan yurttaşlığa yükselebileceğiz? İçinde yaşadığımız ülke ne zaman yurdumuz olacak? Ne zaman bunu hissedebileceğiz? Gençken yetersiz gelen “laik ve demokratik sosyal bir hukuk devleti” sözünün bile hayata geçememiş olduğunu idrak sarsıcı. Türkiye’de ne laik ve demokratik bir düzen ne de sosyal bir hukuk devleti var.
Emir demiri kestiğini sanır, demir emiri belirler. Parlamentonun bile kurumlaşamadığı bu ülkede hepimiz ne kadar yurttaşsak siyasetçiler de o kadar siyasetçi. Görgü ve terbiye herkes –hatta her başbakan- için vazgeçilmez. Cansızlaştırma, hünersizleştirme ve beyinsizleştirme operasyonları epey başarılı.
Ama tamamen değil. Tarihin sonuna gelmiş değiliz –ne dünyada ne de Türkiye’de. Yeni bir sayfa açmak mümkün ve elzem. Çözüm gökten inmeyecek. Bütün dünyada şiddet ve sömürüye karşı laiklik, demokrasi, emek ve kadın hakları yanlısı güç birliği hayatî -insanlığın geleceği için, çocuklarımız için.
Ömürler geçti, geçiyor. Türkiye’de faşizmlerden faşizm beğenmek zorunda mıyız? Irkçılık, darbecilik ve dinci faşizm arasında seçme yapmak zorunda mıyız?
Hayır. Dünyada 145 merkez ile edebiyatın bütün dillerde gelişmesi ve ifade özgürlüğü için çalışan PEN’in Türkiye Merkezi olarak, yaşamaya değer bir hayat kurmaya katkı kararlılığımızı koruyoruz. Laik ve demokratik bir ülkede –bir dünyada- özgür edebiyat arzumuzu tekrar belirtme zamanı. PEN üyeleri gerek tek başlarına gerekse Çeviri ve Dil Hakları Komitesi, Kadın Yazarlar Komitesi, Hapisteki Yazarlar Komitesi, Barış İçin Yazarlar Komitesi ve Dünya Öykü Günü Çalışma Grubu gibi oluşumlarda yer alarak emek veriyor –siyasî görüş farklarına rağmen ortak noktalar bularak: Laiklik ve demokratikleşme gereği.
Şikâyet marifet değildir, öneri ve katkı gerekir. Bir filozofun dediği gibi: “Kimse her şeyi yapamaz, ama herkes hemen bir şey yapabilir.” Bir yazar da yazmakla yetinmemeli, eylemli yazarların emek imecesinde yer almalı –örnek bir seviye ve özenle. Bu anlayışla, dogmalara karşı eleştirel yaratıcılık en önemli gücümüz. Sansür ve otosansüre karşı özgür edebiyat temelinde olumlu enerjilerin buluşması hayatî. Dünya Yazarlar Birliği PEN bunun için var.
“Tarihte bazen yirmi yılda bir gün geçer, bazen de bir günde yirmi yıl,” demiş Karl Marx. Galiba öyle bir gündeyiz, yoğun bir gündemle.
PEN Türkiye Merkezi Yönetim Kurulu adına Tarık Günersel
Faşizmlerden Faşizm Beğenmek Zorunda mıyız?
“Hangisi değil ki,” dedi ana,“kendi çocuklarından başka?”
Bilim ve eleştirel akıl düşmanı anti-laik dinci hareketler ABD dahil pek çok yerde güçleniyor. Şair ve yazarlar Burma, Çin, İran, Kenya, Sudan ve Zimbabwe gibi pek çok totaliter ülkede zulüm görüyor. Afganistan ile Pakistan dinci faşizmin gölgesi altında.
Türkiye’de Sabahattin Ali, Musa Anter, Hrant Dink, Turan Dursun, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve daha nice aydına kıyan faşist zihniyet (ve fiiliyat) yetmezmiş gibi, bilim ve demokrasi kültürü olmayan (ve zaten bunları umursamayan), eleştiriye tahammülsüz dinci faşizm de vahim bir noktaya varmıştır.
Bazı usta yazarlarımıza ödül verilirken başka bazı usta yazarlarımız romanlarında ‘din aleyhtarı’ unsurlar olduğu iddiası ile ısrarla mahkemeye sevk ediliyor. Medya ya satın alınıyor ya da çeşitli yollarla yok edilmeye çalışılıyor.
Bu gerçekleri Batılı yazar, gazeteci ve sanat etkinlikleri nedeniyle bir araya geldiğimiz diplomatlara özenle vurgulamaktayız. Obama Amerikan emperyalizminin B planı olabilir; ama insanlık tarihinde ırkçılığa karşı mücadelede küçümsenmemesi gereken bir hamlenin de sembolü konumunda. Dünyada yüz milyonlarca insan sevinebilmişse, Martin Luther King’in öldürülmesinin acısını taşıyan 105 yaşındaki siyah kadın oy kullanma mutluluğu ve bir zafer yaşamışsa, bunu küçümsemek hoyratlık olmaz mı? Obama’nın dinciliğe karşı sekülarizmi vurgulaması, Türkiye’ye dayatılan “Ilımlı İslam” tuzağına karşı uyarıları dikkate alabileceğini düşündürüyor.
Yurttaşı olduğumuz söylenen ama öyle hissetmememiz için resmî ve gayriresmî çevrelerce nicedir her türlü eziyetin yaşatıldığı bu ülkede darbeler ve faili meçhul cinayetler ile ömürler tüketildi. Bu mekanizmaların deşifre edilmesini talep her yurttaşın hakkıdır. Yurttaş isek, yurttaş olmak istiyorsak.
İşgalci gibi davranan ve partilerle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kapatan cuntacıları yargılamayı beceremeyen yarı-yurttaşlar olarak dünyada saygı görmeyi nasıl bekleyebiliriz? Cunta başı ceza kanununun “halkı askerlikten soğutmak” ile ilgili maddesi bağlamında yargılanamaz mı? Gerek 301. madde, gerekse %10 barajı ve partilerdeki genel başkan sultası ile hangi demokrat dünyalı bizi ciddiye alır?
On yıllarca süren resmî yalanlarla gelinen nokta bu. Realite terbiyesi gündemde. Sorunları aşabilmek için anlayabilmek gerekli. Ama bazıları bu noktada Atatürk’ün adını faşizan emeller uğruna kullanmaya devam ediyor.
İşgale ve monarşiye karşı cumhuriyet, laiklik, kadın hakları, alfabe ve takvim değişikliği gibi hamlelerle şekillenen çok önemli bir dönüşümün –evet, bir devrimin- önderi olan Mustafa Kemal’in önemi dünya çapındadır. İnsanı “tabiatın bir evladı” sayan yaklaşımı, yaratılış dogmasına karşı önemini korumaktadır.
Öte yandan, o dönemlerden bu yana özellikle Kürt yurttaşların uğradığı baskılar savunulamaz ve eleştiri konusudur. Atatürk’ün adına sığınarak darbecilik ve faşizan politikalarda ısrar çağdaşlık değil, çağ dışılıktır.
Son aylarda darbecilikle mücadele adına muhalif düşüncelere ve aydınlara yönelik resmî ve gayriresmî korku ve sindirme politikası yürütülmektedir. Artık hepimiz ansızın alınıp götürülebilir, neden suçlandığımızı bilmeden aylarca hapiste tutulabiliriz. Nedir bu?
Türkiye’de demokrasi kültürü zayıf. Irkçılık kabul ve itiraftan hoşlanmadığımız kadar fazla. Farklı sıfatlarla boy gösteren faşizan bir kültür var. Bu faşizanlık derin, yaygın. Bu kültürün izlerine hemen yanımızda ve hatta kendimizde bile an an rastlayabiliriz. Anti-demokratik alışkanlıklara karşı sürekli özeleştirellik gerekli. En demokratımız gelişkin bir ülkedeki muhafazakâr kadar demokrat olamayabilir.
Ne zaman yarı-yurttaşlıktan yurttaşlığa yükselebileceğiz? İçinde yaşadığımız ülke ne zaman yurdumuz olacak? Ne zaman bunu hissedebileceğiz? Gençken yetersiz gelen “laik ve demokratik sosyal bir hukuk devleti” sözünün bile hayata geçememiş olduğunu idrak sarsıcı. Türkiye’de ne laik ve demokratik bir düzen ne de sosyal bir hukuk devleti var.
Emir demiri kestiğini sanır, demir emiri belirler. Parlamentonun bile kurumlaşamadığı bu ülkede hepimiz ne kadar yurttaşsak siyasetçiler de o kadar siyasetçi. Görgü ve terbiye herkes –hatta her başbakan- için vazgeçilmez. Cansızlaştırma, hünersizleştirme ve beyinsizleştirme operasyonları epey başarılı.
Ama tamamen değil. Tarihin sonuna gelmiş değiliz –ne dünyada ne de Türkiye’de. Yeni bir sayfa açmak mümkün ve elzem. Çözüm gökten inmeyecek. Bütün dünyada şiddet ve sömürüye karşı laiklik, demokrasi, emek ve kadın hakları yanlısı güç birliği hayatî -insanlığın geleceği için, çocuklarımız için.
Ömürler geçti, geçiyor. Türkiye’de faşizmlerden faşizm beğenmek zorunda mıyız? Irkçılık, darbecilik ve dinci faşizm arasında seçme yapmak zorunda mıyız?
Hayır. Dünyada 145 merkez ile edebiyatın bütün dillerde gelişmesi ve ifade özgürlüğü için çalışan PEN’in Türkiye Merkezi olarak, yaşamaya değer bir hayat kurmaya katkı kararlılığımızı koruyoruz. Laik ve demokratik bir ülkede –bir dünyada- özgür edebiyat arzumuzu tekrar belirtme zamanı. PEN üyeleri gerek tek başlarına gerekse Çeviri ve Dil Hakları Komitesi, Kadın Yazarlar Komitesi, Hapisteki Yazarlar Komitesi, Barış İçin Yazarlar Komitesi ve Dünya Öykü Günü Çalışma Grubu gibi oluşumlarda yer alarak emek veriyor –siyasî görüş farklarına rağmen ortak noktalar bularak: Laiklik ve demokratikleşme gereği.
Şikâyet marifet değildir, öneri ve katkı gerekir. Bir filozofun dediği gibi: “Kimse her şeyi yapamaz, ama herkes hemen bir şey yapabilir.” Bir yazar da yazmakla yetinmemeli, eylemli yazarların emek imecesinde yer almalı –örnek bir seviye ve özenle. Bu anlayışla, dogmalara karşı eleştirel yaratıcılık en önemli gücümüz. Sansür ve otosansüre karşı özgür edebiyat temelinde olumlu enerjilerin buluşması hayatî. Dünya Yazarlar Birliği PEN bunun için var.
“Tarihte bazen yirmi yılda bir gün geçer, bazen de bir günde yirmi yıl,” demiş Karl Marx. Galiba öyle bir gündeyiz, yoğun bir gündemle.
PEN Türkiye Merkezi Yönetim Kurulu adına Tarık Günersel