TÜBİTAK Türkiye’de bilimin kalesidir. Yoksa “kalesi idi” mi demeliyiz? Dincilik bu kaleyi de ele geçirdiyse durum vahimdir. Faşizmlerden faşizm beğenmek zorunda mıyız? Yaratılış dogmasına karşı insanın “tabiatın bir evladı” olduğunu Meclis kürsüsünde söyleyen Atatürk’e 12 Eylül çetesince büyük bir darbe vurulmuştur. Faşist cunta döneminde Kenan Evren bir işgal komutanı gibi davranmış, partilerle parlamentoyu kapatmış, Diyarbakır Cezaevi gibi alçakça bir zulüm makinesi kurmuş, aydınlar, öğrenciler, emekçiler ve özellikle Kürt yurttaşlar üzerinde korkunç bir baskı ve zulüm uygulatmıştır. 1 numaralı cuntacı halka elinde Kur’an ile seslenmiş, yoksul kitlelere –tıpkı Şah dönemi İran’ındaki gibi- sığınacak tek şey bırakmıştır: Din. Yargılamayı beceremediğimiz cuntacılar şiddete ve dinciliğin gelişmesine yol açmıştır. Atatürk’ün yıpratılan adına sığınan darbeciliğe karşı mücadele şarttır. Yarı-yurttaşlıktan yurttaşlığa geçebilmek istiyorsak gerçekten demokratik ve laik bir ülke kurabilmeliyiz. Bu noktada, dinci faşizm tehlikesini küçümsemek hayatî bir yanlıştır. Darbecilikle mücadele adına muhalif aydın, gazeteci ve yazarları sindirme operasyonu küstahça sürdürülmektedir. Türkiye’de romancılar dinî gerekçeyle mahkemeye sevk edilmektedir. Gündelik hayat, sanat, edebiyat, bilim ve felsefe vahimleşen bir dinci kuşatma altındadır.
Darwin’in TÜBİTAK’ta sansürlenmesi bir dönüm noktasıdır. Din devletini dayatacak bir din toplumu kurulmaktadır. Artık ya eleştirel akıl ve bilimsel düşünüşü demokrasi ile birlikte geliştirip egemen kılabiliriz, ya da bugün yetersiz bulduğumuz kadın hakları, yurttaş hakları, bu çarpık laiklik ve cılız demokrasiyi de mumla arar hale geliriz. Ve dinci faşizm tehlikesini küçümseyip laik hayat tarzlarının tehlikede olmadığını sanan kişiler yarın Batı ülkelerinde kendilerine yeni bir hayat kurmak zorunda kalırlar –fırsat bulabilirlerse.
PEN: Dincilik Bilime 'Şah' Çekti!
TÜBİTAK Türkiye’de bilimin kalesidir. Yoksa “kalesi idi” mi demeliyiz? Dincilik bu kaleyi de ele geçirdiyse durum vahimdir. Faşizmlerden faşizm beğenmek zorunda mıyız? Yaratılış dogmasına karşı insanın “tabiatın bir evladı” olduğunu Meclis kürsüsünde söyleyen Atatürk’e 12 Eylül çetesince büyük bir darbe vurulmuştur. Faşist cunta döneminde Kenan Evren bir işgal komutanı gibi davranmış, partilerle parlamentoyu kapatmış, Diyarbakır Cezaevi gibi alçakça bir zulüm makinesi kurmuş, aydınlar, öğrenciler, emekçiler ve özellikle Kürt yurttaşlar üzerinde korkunç bir baskı ve zulüm uygulatmıştır. 1 numaralı cuntacı halka elinde Kur’an ile seslenmiş, yoksul kitlelere –tıpkı Şah dönemi İran’ındaki gibi- sığınacak tek şey bırakmıştır: Din. Yargılamayı beceremediğimiz cuntacılar şiddete ve dinciliğin gelişmesine yol açmıştır.
Atatürk’ün yıpratılan adına sığınan darbeciliğe karşı mücadele şarttır. Yarı-yurttaşlıktan yurttaşlığa geçebilmek istiyorsak gerçekten demokratik ve laik bir ülke kurabilmeliyiz. Bu noktada, dinci faşizm tehlikesini küçümsemek hayatî bir yanlıştır. Darbecilikle mücadele adına muhalif aydın, gazeteci ve yazarları sindirme operasyonu küstahça sürdürülmektedir. Türkiye’de romancılar dinî gerekçeyle mahkemeye sevk edilmektedir. Gündelik hayat, sanat, edebiyat, bilim ve felsefe vahimleşen bir dinci kuşatma altındadır.
Darwin’in TÜBİTAK’ta sansürlenmesi bir dönüm noktasıdır. Din devletini dayatacak bir din toplumu kurulmaktadır. Artık ya eleştirel akıl ve bilimsel düşünüşü demokrasi ile birlikte geliştirip egemen kılabiliriz, ya da bugün yetersiz bulduğumuz kadın hakları, yurttaş hakları, bu çarpık laiklik ve cılız demokrasiyi de mumla arar hale geliriz. Ve dinci faşizm tehlikesini küçümseyip laik hayat tarzlarının tehlikede olmadığını sanan kişiler yarın Batı ülkelerinde kendilerine yeni bir hayat kurmak zorunda kalırlar –fırsat bulabilirlerse.
Bilim kalesine din bayrağı çekilemez.
PEN