“... Gönül rahatlığıyla itiraf etmeliyim ki, Utopia devletinde var olan birçok özelliği kendi toplumlarımızda da görebilmeyi; umut etmekten çok dilerim.”
Londra vatandaşı ve yargıcı, çok seçkin ve çok aydın bir insan olan Sayın Thomas More’un aktardığı, Raphael Hythlodaeus’un Utopia adasının şimdiye değin pek az kişinin bildiği yasaları ve kurumlarına ilişkin öğle sonrası sohbeti bu şekilde sona erer.”
Kimdir Thomas More? Nedir bu Utopia denen şey? Kültür tarihinde neden bu kadar çok önemsenmiştir?! Neden binbir farklı versiyonu ortalığı kaplamıştır sonraki yüzyıllarda? Neden dünya durdukça insanlara ilham kaynaklığı etmektedir?
Bunlara girmeden önce kitabın arka kapağından alıntılarla Utopia sözcüğünün anlamını açıklayalım: Utopia yani Türkçe söyleyecek olursak Ütopya Yunanca utopeia; ou (yok, değil) ve topos (yer) sözcüklerinden oluşur ve “yok-yer,” “yok-ülke” anlamına gelir. İlk defa Thomas More’un Utopia adlı eseri ile ifade bulan birleşik sözcük daha sonra ideal tasarımları betimlemek için kullanılan tek bir sözcük ve tek bir imge ve hatta bir kavram olarak insanların hafızasında yer etmiştir.
Thomas More’un Ütopya’sını okumadan ortalama bir üniversite eğitimini tamamlamış olmak kabul edilemez bir eksiklik olsa da; özellikle ideal tasarım, ideal dizayn, ideal çevre, ideal yönetsel yapı, insanlararası empati ve algı gibi konuları kendine mesele etmiş (Mimarlık, Siyaset vs.) disiplinlerde bu tür kuramsal ütopik kitapları okumuş olmak zorunlu hareketler serisinden görülmelidir. Kuşkusuz birçok kişi de bu değerli Batı klasiğini okumuş olarak mesleki alana geçiş yapmıştır. Fakat bu kez yayınlanan edisyon Kabalcı Yayınları’nın Humanitas Serisi’nden (Yunan ve Latin Klasikleri) olması hasebiyle okurlara özellikle tavsiye edilir. Humanitas Serisi’nin özelliklerini bir kez daha hatırlatalım: Değerli akademisyen Prof. Çiğdem Dürüşken tarafından hazırlanan bu kitaplar Latince ve Türkçe paralel metin olarak, kaliteli kağıda, özenli bir edisyon ve güçlü bir sunum yazısıyla hazırlanıyor. Çevirileri orijinal Latince metinlerden yapılıyor.
Sunuş yazısında değerli hocamız Sayın Çiğdem Dürüşken diğer kitaplarında da olduğu gibi Ütopya, Thomas More ve kitabın kültür tarihindeki konumu hakkında öylesine güzel bir derleme koyuyor ki önümüze; bize söylenecek söz bırakmıyor. Bu sunuş yazısını öncelikle okuyanlar zaten kitabı da okumaktan kendilerini alamayacaklardır. Dahası, bugüne kadar Türkçe’ye yapılan çevirilerin İngilizce’den yapıldığını bilmekteyiz. Oysa sunuş yazısından öğrendiğimiz kadarıyla, Thomas More hayattayken bu kitabı Latince yayınlamış. Elimizdeki çeviri orijinal Latince baskıdan yapılmış.
İngiltere’nin saygın yargıç ve fikir adamı Thomas More’un, 1533 Yılında Anne Boleyn’in taç giyme törenine katılmaması tahta muhalefet olarak değerlendirilir. 1534 yılında Kralın eşi Anne Boleyn’in çocuklarının tahtın yasal varisleri olduğuna rıza gösteren Ardıllık Sözleşmesi’ni onaylamaması ise ihanet olarak görülür. Büyük düşünür Londra Kulesi’ne kapatılır. 1535’de ise kellesi uçurulur. İngiltere tahtının Katolik Kilisesi’nden kopması bu olaylar esnasında gerçekleşir. O nedenle olmalı Thomas More 1935 Yılında Papa XI. Pius tarafından aziz ilan edilir.
Utopia, Thomas More, arkadaşı matbaacı Peter Giles ve Giles’in ona tanıştırdığı bir denizci olan Raphael Hythlodaeus arasındaki konuşmalardan oluşur. Bir öğlen sonrası sohbetinde denizci onlara uzak denizlerde rastladığı Utopia adasındaki yaşam tarzını anlatmaya başlar. Bu noktadan sonra da alegoriler serisi alır başını gider. Çünkü Raphael Hythlodaeus’un anlattığı ülke konum olarak İngiltere’ye benzemekle beraber ideal yaşam düzenini bulmuş, keşfetmiş ve uygulamaya sokmuş bir mükemmel uygarlıktır. Burada betimlenen mükemmel uygarlık aslında önerilen, özlenen, peşinde olunması gereken ideal dünyadır. İnsanların, adil, demokrat, tok gözlü, adaletçi olduğu, her şeyin iyi niyet ve empati ile halledildiği, makul insanların mantıklı kararlarıyla yürütülen bir ülkenin neredeyse ütopik sosyalizmi anımsatan yaşam tarzı Karl Marks dahil birçok Marksist düşünüre de ilham kaynağı olmuş; beri yandan da imkansızlığı, realistlikten uzaklığı ve iyimserliği dolayısıyla da eleştirilmişti.
Doğrusu yine de; bu mükemmel imajinasyonu okumadan yeni bir dünya tasarımı hakkında kafa yormanın çok doğru olmayacağı kanaatindeyim. Zaten Thomas More’un Ütopya’sı öylesine etkileyici olmuş ki, bugünkü İngiltere’nin birçok “iyicil” yaşam tarzı ve ilkesinin o kitaptan kopmuş gibi olduğunu bizzat ben kendi gözlerimle gördüğümü söyleyebilirim.
Thomas More’un Ütopya kitabının bir diğer özelliği de kendisinden sonra gelen başka bazı düşünürlere ideal dünya tasarımı için ilhamlar vermiş olmasıdır. Bu kitaplardan iki tanesi daha Humanitas serisinden yayınlandı. Francis Bacon’un Yeni Atlantis’i ve Thoma Campanella’nın Güneş Ülkesi. Bu iki kitaptan da kısaca söz edelim:
Güneş Ülkesi (Civitas Solis):
Thoma Campanella’nın büyük yapıtı Güneş Ülkesi (Civitas Solis) altbaşlık olarak adını aldığı “Felsefi Devlet Modeli” tabirinin de yansıttığı gibi düşlenen bir dünya düzenini öngörmek, idealize etmek, önermek için yazılmış bir kitap. Dönemsel olarak Thomas Morus’un 1516’da yazdığı “Utopia”dan daha sonraki bir zamana denk geliyor. 1624-1625 yıllarında yazılmış olan Francis Bacon’un Nova Atlantis’inden ise yaklaşık 22 yıl önce kaleme alınmış (1602). Kitap Baş Hospitalarius ile denizci konuğu Cenevizli Kaptan arasındaki diyalogdan mürekkeptir. Baş Hospitalarius bir nevi hastane rahibi anlamına gelmektedir. Hayır işleri ile uğraşan kişilerdir bu rahipler. İlk defa 1080 yılında Kudüs’te kurulan Hospitalarius tarikatı kutsal topraklarda hastalanan hacılara, mağdurlara, müşkül duruma düşmüşlere yardım etmekle görevlidir. Thoma Campanella’nın diyalogların bir ayağı için neden dini çağrışımları olan bir kahramanı seçtiğini kitabın sonlarına doğru anlamak mümkün.
Kitap, esas itibariyle; Cenevizli Kaptan’ın Hint Okyanusu’nda, ekvatorun altında yer alan Taprobana adlı bir adaya düştüğünde karşılaştığı yerlilerle; Güneş Ülkesi olarak andığı bu medeniyette başına gelenleri Baş Hospitalarius’a anlatmasından ibarettir. Bilemediğimiz bir nedenden dolayı ülkesine geri dönmüş Cenevizli Kaptan, Güneş Ülkesi’nde öylesine hayranlık duyulacak bir medeniyetle karşılaşmıştır ki bir an önce oraya yeniden gitmek için acele etmektedir ve hep anlatısını noktalamak ister. Fakat Baş Hospitalarius ısrarlı sorular ve yalvarmalarıyla onu anlatısına devam ettirir. Anlatının her an bitecek gibi olmasının verdiği gerilim, dikkati ve diyalogu diri ve cezbedici tutar.
Cenevizli Kaptan’ın anlattığı Güneş Ülkesi aslında Campanella’nın idealize ettiği; önerilen dünya yaşam ve yönetim düzenidir. Mutlu, hakkaniyetli, dostane, yapıcı, güzeller güzeli, öykünülecek bir komünel hayat kurmayı başarmıştır Güneş Ülkeliler. Peki bunu nasıl başarmışlardır? İşte o noktada Campanella’nın filozofisi ve diskuru devreye giriyor. İnsanların nasıl yaşaması, üretmesi, bölüşmesi ve birbirlerine nasıl davranması gerektiğine dair öyküntü uyandıran bir devlet ve toplum düzeni anlatılırken giderek ekonomik, cinsel, sosyal, siyasal, felsefi; teolojik ve hatta astrolojik konulara doğru yelken açılır. Burada anlarız ki Güneş Ülkesi’nin yönetsel başarısı üç temel ilkeden kaynak alır. Bunlar Güç, Bilgelik ve Sevgi’dir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu üç ilkenin teslis meselesine alegori yapan diyaloglarına rast geliriz. Anlarız ki; Hristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Ruh-ül Kudüs” triolojisi ile Güneş Ülkesi’ndeki Güç-Bilgelik-Sevgi triolojisi bir alegori halinde sunulmaktadır.
Yeni Atlantis (Nova Atlantis):
Francis Bacon’un ideal yönetsel düzeni anlattığı kitabının adı ise Yeni Atlantis’tir. (Nova Atlantis)
“Yeni Atlantis” ismini duyunca, aklımıza hemen bir soru geliyor: Batık uygarlık Atlantis efsanesi ile nasıl bir bağlantısı var?
Hikaye, yanlarına on iki ay yetecek kadar erzak alarak Peru’dan, Çin’e ve Japonya’ya gitmek üzere yola çıkan keşif heyetinin, erzaksız ve mahvolmuş bir şekilde denizin ortasında mahsur kalmasıyla başlıyor. Yollarını kaybeden tayfa bir yandan hastalıklarla boğuşurken, bir yandan tanrıya onları kurtarması için umutsuzca dua ediyor. Sonra, mucizevi bir şekilde bir kara parçası görüyorlar ve kendilerini Bensalem adasında buluyorlar ve orayı tanrının aynası olarak betimliyorlar.
Ardından, Hristiyan bir halk olan Bensalem’in nasıl bu dini seçtiği anlatılıyor. Hikayede Avrupa halklarının Hristiyanlıkla tanışmasından farklı olarak Bensalem halkı, tanrıyla doğrudan bir münasebet kurarak kutsanıyor ve saf, yorumsuz bir Hristiyanlığı benimsiyor. Bensalem isminin Jerusalem (Kudüs) ile arasındaki benzerlik ise halkın, tanrının özel olarak seçtiği kutsal halk olduğunu vurguluyor.
Bensalem, hikayede daha önce keşfedilmemiş, gizli bir ada olarak anlatılıyor. Adanın gizli kalmasının tercih ediliş nedenini ise Bacon, batısında Kuzey ve Orta Amerika’nın, doğusunda ise Avrupa ve Kuzeybatı Afrika'nın yer aldığı, zamanla gücünü yanlış amaçlar için kullanmaya başlayan, kendini tanrıyla eş koşan, acımasızlaşan, yerkürenin dengesini bozan ve sonra bir gün, deniz tarafından yutulan batık uygarlık Atlantis'in son buluşu üzerine yaptığı şu yorumla açıklıyor:“...Ama tanrısal intikam onların bu cüretkar girişimlerinin bedelini ödetmekte fazla gecikmedi, çünkü yüz yıl ya da daha kısa bir zaman içinde Büyük Atlantis tümüyle yıkıldı ve gözden kayboldu...” Bu yorum, Yeni Atlantis ismini duyduğumuzda aklımıza takılan o soruya da cevap vermiş oluyor.
Tüm bunlardan sonra Francis Bacon, “Salomon evi” ya da “Altı Günlük İşler Okulu” adını verdiği enstitü modeli üzerinden anlatmaya başlıyor ideal devlet anlayışını. Her cümlesinden anlıyoruz ki Bacon, felsefesinin merkezine bilimi koymuş. Bilimin her yönde gelişmesi gerektiğini savunuyor. İnsana güveniyor, insanı adeta doğadan üstün tutuyor. Orta Çağ’da yaşamasına rağmen, insanın doğadan üstün çıkacağına emin. Onun ideal devleti, siyasi teorisi, ütopyası tamamen devletin doğayı iyi kullanıp, doğayla akıl arasında bağ kurup, bilgiye ulaşıp insanlar için daha iyiye erişmesi gerekliliği üzerine kurulu. İnsanların her şeye muktedir olduğunun anlaşılmasını, iyi yönetilen bir devletin her şeyin çözümü olacağını ve herkesin bunun için çabalaması gerektiğini savunuyor. Bacon’ın ideal yönetim sisteminin otokrasi olduğunu, yani iktidarın insanlar için en iyiyi, en güzeli isteyen ve hanedan yoluyla değil de belirli muvaffakiyetlerle başa geçmiş tek bir kişinin elinde olması gerektiğini düşündüğünü “Yeni Atlantis”te de görebiliyoruz. ...
Diyeceğimiz şu ki; kötü bir dünyaya doğanlar ya da dünyaları yaşanmaz hale gelenler, yeni bir dünya kurmak zorundadırlar. Yeni bir dünya kurmanın ilk adımı ise ütopyalar tasarlamaktır.
Ütopya Thomas More Çeviren: Çiğdem Dürüşken 359 Sayfa- Latince-Türkçe Paralel Metin Humanitas Serisi (Yunan ve Latin Klasikleri) Kabalcı Yayınları
Güneş Ülkesi (Civitas Solis) Thoma Campanella Çeviren: Çiğdem Dürüşken 195 Sayfa – Latince-Türkçe Paralel Metin Humanitas Serisi (Yunan ve Latin Klasikleri) Kabalcı Yayınları
Yeni Atlantis (Nova Atlantis) Francis Bacon Çeviren: Çiğdem Dürüşken 158 Sayfa- Latince-Türkçe Paralel Metin Humanitas Serisi (Yunan ve Latin Klasikleri) Kabalcı Yayınları
Ütopya
Ütopya:
“... Gönül rahatlığıyla itiraf etmeliyim ki, Utopia devletinde var olan birçok özelliği kendi toplumlarımızda da görebilmeyi; umut etmekten çok dilerim.”
Londra vatandaşı ve yargıcı, çok seçkin ve çok aydın bir insan olan Sayın Thomas More’un aktardığı, Raphael Hythlodaeus’un Utopia adasının şimdiye değin pek az kişinin bildiği yasaları ve kurumlarına ilişkin öğle sonrası sohbeti bu şekilde sona erer.”
Kimdir Thomas More? Nedir bu Utopia denen şey? Kültür tarihinde neden bu kadar çok önemsenmiştir?! Neden binbir farklı versiyonu ortalığı kaplamıştır sonraki yüzyıllarda? Neden dünya durdukça insanlara ilham kaynaklığı etmektedir?
Bunlara girmeden önce kitabın arka kapağından alıntılarla Utopia sözcüğünün anlamını açıklayalım: Utopia yani Türkçe söyleyecek olursak Ütopya Yunanca utopeia; ou (yok, değil) ve topos (yer) sözcüklerinden oluşur ve “yok-yer,” “yok-ülke” anlamına gelir. İlk defa Thomas More’un Utopia adlı eseri ile ifade bulan birleşik sözcük daha sonra ideal tasarımları betimlemek için kullanılan tek bir sözcük ve tek bir imge ve hatta bir kavram olarak insanların hafızasında yer etmiştir.
Thomas More’un Ütopya’sını okumadan ortalama bir üniversite eğitimini tamamlamış olmak kabul edilemez bir eksiklik olsa da; özellikle ideal tasarım, ideal dizayn, ideal çevre, ideal yönetsel yapı, insanlararası empati ve algı gibi konuları kendine mesele etmiş (Mimarlık, Siyaset vs.) disiplinlerde bu tür kuramsal ütopik kitapları okumuş olmak zorunlu hareketler serisinden görülmelidir. Kuşkusuz birçok kişi de bu değerli Batı klasiğini okumuş olarak mesleki alana geçiş yapmıştır. Fakat bu kez yayınlanan edisyon Kabalcı Yayınları’nın Humanitas Serisi’nden (Yunan ve Latin Klasikleri) olması hasebiyle okurlara özellikle tavsiye edilir. Humanitas Serisi’nin özelliklerini bir kez daha hatırlatalım: Değerli akademisyen Prof. Çiğdem Dürüşken tarafından hazırlanan bu kitaplar Latince ve Türkçe paralel metin olarak, kaliteli kağıda, özenli bir edisyon ve güçlü bir sunum yazısıyla hazırlanıyor. Çevirileri orijinal Latince metinlerden yapılıyor.
Sunuş yazısında değerli hocamız Sayın Çiğdem Dürüşken diğer kitaplarında da olduğu gibi Ütopya, Thomas More ve kitabın kültür tarihindeki konumu hakkında öylesine güzel bir derleme koyuyor ki önümüze; bize söylenecek söz bırakmıyor. Bu sunuş yazısını öncelikle okuyanlar zaten kitabı da okumaktan kendilerini alamayacaklardır. Dahası, bugüne kadar Türkçe’ye yapılan çevirilerin İngilizce’den yapıldığını bilmekteyiz. Oysa sunuş yazısından öğrendiğimiz kadarıyla, Thomas More hayattayken bu kitabı Latince yayınlamış. Elimizdeki çeviri orijinal Latince baskıdan yapılmış.
İngiltere’nin saygın yargıç ve fikir adamı Thomas More’un, 1533 Yılında Anne Boleyn’in taç giyme törenine katılmaması tahta muhalefet olarak değerlendirilir. 1534 yılında Kralın eşi Anne Boleyn’in çocuklarının tahtın yasal varisleri olduğuna rıza gösteren Ardıllık Sözleşmesi’ni onaylamaması ise ihanet olarak görülür. Büyük düşünür Londra Kulesi’ne kapatılır. 1535’de ise kellesi uçurulur. İngiltere tahtının Katolik Kilisesi’nden kopması bu olaylar esnasında gerçekleşir. O nedenle olmalı Thomas More 1935 Yılında Papa XI. Pius tarafından aziz ilan edilir.
Utopia, Thomas More, arkadaşı matbaacı Peter Giles ve Giles’in ona tanıştırdığı bir denizci olan Raphael Hythlodaeus arasındaki konuşmalardan oluşur. Bir öğlen sonrası sohbetinde denizci onlara uzak denizlerde rastladığı Utopia adasındaki yaşam tarzını anlatmaya başlar. Bu noktadan sonra da alegoriler serisi alır başını gider. Çünkü Raphael Hythlodaeus’un anlattığı ülke konum olarak İngiltere’ye benzemekle beraber ideal yaşam düzenini bulmuş, keşfetmiş ve uygulamaya sokmuş bir mükemmel uygarlıktır. Burada betimlenen mükemmel uygarlık aslında önerilen, özlenen, peşinde olunması gereken ideal dünyadır. İnsanların, adil, demokrat, tok gözlü, adaletçi olduğu, her şeyin iyi niyet ve empati ile halledildiği, makul insanların mantıklı kararlarıyla yürütülen bir ülkenin neredeyse ütopik sosyalizmi anımsatan yaşam tarzı Karl Marks dahil birçok Marksist düşünüre de ilham kaynağı olmuş; beri yandan da imkansızlığı, realistlikten uzaklığı ve iyimserliği dolayısıyla da eleştirilmişti.
Doğrusu yine de; bu mükemmel imajinasyonu okumadan yeni bir dünya tasarımı hakkında kafa yormanın çok doğru olmayacağı kanaatindeyim. Zaten Thomas More’un Ütopya’sı öylesine etkileyici olmuş ki, bugünkü İngiltere’nin birçok “iyicil” yaşam tarzı ve ilkesinin o kitaptan kopmuş gibi olduğunu bizzat ben kendi gözlerimle gördüğümü söyleyebilirim.
Thomas More’un Ütopya kitabının bir diğer özelliği de kendisinden sonra gelen başka bazı düşünürlere ideal dünya tasarımı için ilhamlar vermiş olmasıdır. Bu kitaplardan iki tanesi daha Humanitas serisinden yayınlandı. Francis Bacon’un Yeni Atlantis’i ve Thoma Campanella’nın Güneş Ülkesi. Bu iki kitaptan da kısaca söz edelim:
Güneş Ülkesi (Civitas Solis):
Thoma Campanella’nın büyük yapıtı Güneş Ülkesi (Civitas Solis) altbaşlık olarak adını aldığı “Felsefi Devlet Modeli” tabirinin de yansıttığı gibi düşlenen bir dünya düzenini öngörmek, idealize etmek, önermek için yazılmış bir kitap. Dönemsel olarak Thomas Morus’un 1516’da yazdığı “Utopia”dan daha sonraki bir zamana denk geliyor. 1624-1625 yıllarında yazılmış olan Francis Bacon’un Nova Atlantis’inden ise yaklaşık 22 yıl önce kaleme alınmış (1602). Kitap Baş Hospitalarius ile denizci konuğu Cenevizli Kaptan arasındaki diyalogdan mürekkeptir. Baş Hospitalarius bir nevi hastane rahibi anlamına gelmektedir. Hayır işleri ile uğraşan kişilerdir bu rahipler. İlk defa 1080 yılında Kudüs’te kurulan Hospitalarius tarikatı kutsal topraklarda hastalanan hacılara, mağdurlara, müşkül duruma düşmüşlere yardım etmekle görevlidir. Thoma Campanella’nın diyalogların bir ayağı için neden dini çağrışımları olan bir kahramanı seçtiğini kitabın sonlarına doğru anlamak mümkün.
Kitap, esas itibariyle; Cenevizli Kaptan’ın Hint Okyanusu’nda, ekvatorun altında yer alan Taprobana adlı bir adaya düştüğünde karşılaştığı yerlilerle; Güneş Ülkesi olarak andığı bu medeniyette başına gelenleri Baş Hospitalarius’a anlatmasından ibarettir. Bilemediğimiz bir nedenden dolayı ülkesine geri dönmüş Cenevizli Kaptan, Güneş Ülkesi’nde öylesine hayranlık duyulacak bir medeniyetle karşılaşmıştır ki bir an önce oraya yeniden gitmek için acele etmektedir ve hep anlatısını noktalamak ister. Fakat Baş Hospitalarius ısrarlı sorular ve yalvarmalarıyla onu anlatısına devam ettirir. Anlatının her an bitecek gibi olmasının verdiği gerilim, dikkati ve diyalogu diri ve cezbedici tutar.
Cenevizli Kaptan’ın anlattığı Güneş Ülkesi aslında Campanella’nın idealize ettiği; önerilen dünya yaşam ve yönetim düzenidir. Mutlu, hakkaniyetli, dostane, yapıcı, güzeller güzeli, öykünülecek bir komünel hayat kurmayı başarmıştır Güneş Ülkeliler. Peki bunu nasıl başarmışlardır? İşte o noktada Campanella’nın filozofisi ve diskuru devreye giriyor. İnsanların nasıl yaşaması, üretmesi, bölüşmesi ve birbirlerine nasıl davranması gerektiğine dair öyküntü uyandıran bir devlet ve toplum düzeni anlatılırken giderek ekonomik, cinsel, sosyal, siyasal, felsefi; teolojik ve hatta astrolojik konulara doğru yelken açılır. Burada anlarız ki Güneş Ülkesi’nin yönetsel başarısı üç temel ilkeden kaynak alır. Bunlar Güç, Bilgelik ve Sevgi’dir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu üç ilkenin teslis meselesine alegori yapan diyaloglarına rast geliriz. Anlarız ki; Hristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Ruh-ül Kudüs” triolojisi ile Güneş Ülkesi’ndeki Güç-Bilgelik-Sevgi triolojisi bir alegori halinde sunulmaktadır.
Yeni Atlantis (Nova Atlantis):
Francis Bacon’un ideal yönetsel düzeni anlattığı kitabının adı ise Yeni Atlantis’tir. (Nova Atlantis)
“Yeni Atlantis” ismini duyunca, aklımıza hemen bir soru geliyor: Batık uygarlık Atlantis efsanesi ile nasıl bir bağlantısı var?
Hikaye, yanlarına on iki ay yetecek kadar erzak alarak Peru’dan, Çin’e ve Japonya’ya gitmek üzere yola çıkan keşif heyetinin, erzaksız ve mahvolmuş bir şekilde denizin ortasında mahsur kalmasıyla başlıyor. Yollarını kaybeden tayfa bir yandan hastalıklarla boğuşurken, bir yandan tanrıya onları kurtarması için umutsuzca dua ediyor. Sonra, mucizevi bir şekilde bir kara parçası görüyorlar ve kendilerini Bensalem adasında buluyorlar ve orayı tanrının aynası olarak betimliyorlar.
Ardından, Hristiyan bir halk olan Bensalem’in nasıl bu dini seçtiği anlatılıyor. Hikayede Avrupa halklarının Hristiyanlıkla tanışmasından farklı olarak Bensalem halkı, tanrıyla doğrudan bir münasebet kurarak kutsanıyor ve saf, yorumsuz bir Hristiyanlığı benimsiyor. Bensalem isminin Jerusalem (Kudüs) ile arasındaki benzerlik ise halkın, tanrının özel olarak seçtiği kutsal halk olduğunu vurguluyor.
Bensalem, hikayede daha önce keşfedilmemiş, gizli bir ada olarak anlatılıyor. Adanın gizli kalmasının tercih ediliş nedenini ise Bacon, batısında Kuzey ve Orta Amerika’nın, doğusunda ise Avrupa ve Kuzeybatı Afrika'nın yer aldığı, zamanla gücünü yanlış amaçlar için kullanmaya başlayan, kendini tanrıyla eş koşan, acımasızlaşan, yerkürenin dengesini bozan ve sonra bir gün, deniz tarafından yutulan batık uygarlık Atlantis'in son buluşu üzerine yaptığı şu yorumla açıklıyor:“...Ama tanrısal intikam onların bu cüretkar girişimlerinin bedelini ödetmekte fazla gecikmedi, çünkü yüz yıl ya da daha kısa bir zaman içinde Büyük Atlantis tümüyle yıkıldı ve gözden kayboldu...” Bu yorum, Yeni Atlantis ismini duyduğumuzda aklımıza takılan o soruya da cevap vermiş oluyor.
Tüm bunlardan sonra Francis Bacon, “Salomon evi” ya da “Altı Günlük İşler Okulu” adını verdiği enstitü modeli üzerinden anlatmaya başlıyor ideal devlet anlayışını. Her cümlesinden anlıyoruz ki Bacon, felsefesinin merkezine bilimi koymuş. Bilimin her yönde gelişmesi gerektiğini savunuyor. İnsana güveniyor, insanı adeta doğadan üstün tutuyor. Orta Çağ’da yaşamasına rağmen, insanın doğadan üstün çıkacağına emin. Onun ideal devleti, siyasi teorisi, ütopyası tamamen devletin doğayı iyi kullanıp, doğayla akıl arasında bağ kurup, bilgiye ulaşıp insanlar için daha iyiye erişmesi gerekliliği üzerine kurulu. İnsanların her şeye muktedir olduğunun anlaşılmasını, iyi yönetilen bir devletin her şeyin çözümü olacağını ve herkesin bunun için çabalaması gerektiğini savunuyor. Bacon’ın ideal yönetim sisteminin otokrasi olduğunu, yani iktidarın insanlar için en iyiyi, en güzeli isteyen ve hanedan yoluyla değil de belirli muvaffakiyetlerle başa geçmiş tek bir kişinin elinde olması gerektiğini düşündüğünü “Yeni Atlantis”te de görebiliyoruz.
...
Diyeceğimiz şu ki; kötü bir dünyaya doğanlar ya da dünyaları yaşanmaz hale gelenler, yeni bir dünya kurmak zorundadırlar. Yeni bir dünya kurmanın ilk adımı ise ütopyalar tasarlamaktır.
htakarsu@gmail.com
www.myspace.com/hikmettemelakarsu
Ütopya
Thomas More
Çeviren: Çiğdem Dürüşken
359 Sayfa- Latince-Türkçe Paralel Metin
Humanitas Serisi (Yunan ve Latin Klasikleri)
Kabalcı Yayınları
Güneş Ülkesi (Civitas Solis)
Thoma Campanella
Çeviren: Çiğdem Dürüşken
195 Sayfa – Latince-Türkçe Paralel Metin
Humanitas Serisi (Yunan ve Latin Klasikleri)
Kabalcı Yayınları
Yeni Atlantis (Nova Atlantis)
Francis Bacon
Çeviren: Çiğdem Dürüşken
158 Sayfa- Latince-Türkçe Paralel Metin
Humanitas Serisi (Yunan ve Latin Klasikleri)
Kabalcı Yayınları