Ülkemizde, 1950’lerden başlayarak özellikle 1960 sonrasının gerici oluşumlarından beslenerek 1980’ler sonrası belirginleşen ve Kanlı Pazarlara, Çorum, Maraş, Sivas ve Gazi katliamlarına yol açan kültürsüzleştirme, yozlaştırma politikaları bugün de kıyasıya sürmektedir. Türkiye bulunduğu coğrafya içinde, her türlü siyasi baskıya maruz kalarak, küresel güçlerin arzu ettiği şekilde değişmeye zorlanmaktadır. Yaşamakta olduğumuz süreç, küreselleştirilen devletlerin, küresel güçlerin istedikleri yapıya bürünmesi için siyasi, askeri ve ekonomik olarak tehdit edildiği bir dönemi beraberinde getirmiştir.
Küresel sermaye ise, ülkemize işsizliği arttırarak işgücünü daha da ucuzlatmak, faizle, döviz politikalarıyla, yatırımları etkisizleştirmek ve mevcut kuruluşların tasfiyesini sağlamak için kurtarıcı bir Mesih maskesiyle gelmektedir. Kıt kaynaklarla ve güçlüklerle kurulmuş olan oluşumlar küresel sermayeye peşkeş çekilmekte, yeraltı ve yerüstü kıymetlerimiz talan edilerek, özelleştirmelerle, IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla parayı bastırana haraç mezat satılmaktadır.
Bugüne kadar yapılan dayatmalar, çifte standartlar ve iki yüzlü anlayışlarla Türkiye, AB kapısında oyalanmaktadır. AB ülkeleri, ardı arkası kesilmeyen taleplerle, Lozan’ı ortadan kaldırıp Sevr’i hortlatmanın peşindedirler.
Borç-Faiz-Özelleştirme-Küreselleşme sarmalı içinde kıvranan milletlerin, değerleri bir bir uluslararası güçlerin eline geçmekte, işsizlik, yolsuzluk, yoksulluk ve toplumsal çözülmeler çığ gibi büyümektedir. Bu güçlere direnen ülkeler de askeri müdahalelerle, zorlamayla ve savaşlarla ele geçirilmektedir.
Yakın gelecekteki planda minimal boyutlarda, tarih-kimlik-kültür-dil bazında Kabile devletleri tasarlanmakta, suni tarihler-kimlikler-kültürler ve diller yaratılmakta, bu anlamda planlı ve sistematik projeler yürütülmektedir. Bu yapay kültürlerin karşısındakileri ise tarihsizleştirme, kimliksizleştirme, kültürsüzleştirme ve dilsizleştirme politikaları uygulanmaktadır. Böylesi toplumlarda çağının farkında olan ve gerek yazdıklarıyla, gerekse duruş ve eylemleriyle sürece karşı tavır alan yazar ve aydınlar, olağanüstü bedeller ödemek zorunda bırakılır. Aydınlanma sürecini tamamlayamamış bizim gibi toplumlarda bu bedel daha da ağırdır. Onlar, yakılır, silahlı ve bombalı saldırılarda yok edilir, zindana atılır, sürgüne yollanır, açlığa ve sefalete mahkûm edilirler.
İnsanlık tarihinde bunun sayısız örnekleri vardır. Ülkemizde de olduğu gibi. Bugün burada 16. yılında lanetlediğimiz Sivas kıyımı da tarihe ateşten harflerle yazılmış bir kara sayfa olarak geçmiştir. 12 yaşında çocukların da içinde olduğu 35 şair, sanatçı ve aydınımızın “cehenneme gidin” nidalarıyla katledildiği bu meşum akşamdan sonra, 8 saat boyunca sessizliğini bozmadan bu kıyıma seyirci kalan iktidar sahiplerinin demeçlerini anımsamak bile, ülkemizin nasıl bir iktidar odağının elinde kıvrandığını ifade etmeye yeter;
Örneğin,Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 'Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz' diyerek ilgilileri uyarıyordu. Demirel'in halktan kastı ise oteli kuşatan saldırgan güruhtu. Başbakan Tansu Çiller ise, 'Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir' diyordu. İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu da, otele yapılan saldırıyı, 'Aziz Nesin'in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir' şeklinde değerlendirmişti. Saldırganları avukat kimliği ile dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan savunuyordu. Karar birçok kez bozuldu ve tekrar tekrar DGM'ye geldi. Ama 35 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın asıl düzenleyicileri ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı.
Şu an içinde yaşadığımız gibi süreçlerde dönen dolapların, oynanan oyunların ayrımında olup, bu oyun ve tuzakların içyüzünü ifşa etmeye çalışan aydın ve yazarlar
Her zaman iktidar odaklarının kara gazabıyla karşı karşıyadırlar. İşte sırf bu nedenle bile dayanışma içinde olmak, belirli sivil toplum kuruluşlarının çatısında ortak hareket edip, etkili tavır koyabilmek de her zamankinden daha fazla önem kazanır. Bu tür yazar örgütlerinden biri olan Pen Yazarlar Derneği, her ne kadar edebiyatın gelişip yaygınlaşması gibi bir kuruluş amacı önceliği olsa da, Yazarlığın insana, ülkesine ve çağına dair sorumluluk gerektirdiği anlayışıyla hareket etmektedir. Özellikle ülke sorunlarına duyarsız kalınmamak gerektiği üzerinde durarak; bağımsızlık, özgürlük, demokrasi gibi kavramların hayata geçirilmesi için yazarlığı, haksızlıklara baş kaldırma ve özgürleşme isteği içeren bir eylem olarak görmekte ve insanın yaşadığı toplumdan, zamandan ve mekândan soyutlanamayacağını düşünmektedir. Pen Yazarlar Derneği, dün olduğu gibi, bugün de ve yarın da, insana, halkına ve ülkesine karşı olan sorumluluklarının bilincindedir. Pen yönetim kurulu üyeleri, İnsanın insanca yaşaması için gereken yaşam biçiminin tüm yeryüzünde gerçekleşmesi adına yazarlara her zamankinden daha fazla görevlerin düştüğünün ayrımında olarak bir kez daha bu katliamı kınamakta ve lanetlemektedir.
Sözün burasında, son şiir kitabı “Yaralı Semah”la Sivas Katliamının şiirini yazan ve 2 Temmuz acısına nazire olsun der gibi bugün (2 Temmuz) toprağa verdiğimiz Sevgili Kemal Özer’i dünya şiir günü için kaleme aldığı bildiriden bir alıntıyla anmak gerek.
“Yedi canlıdır şiir. Bunca sömürü ve yoksulluğun insana yaşamı dar ettiği, işkence ve savaşlarla bunca zulmün, zorbalığın, kıyımın yeryüzünü kana boğduğu günlerde şiirin payına da canından olanların acısı düşer, soluğunun önüne birtakım engeller dikilir. Ama her keresinde yeniden canlanacaktır o. Ama her keresinde yeniden canlanacaktır o, yüzleşmek için ayağa yeniden kalkacaktır. Her yüzleşme gününde kıyıcıya, zorbaya, işgalciye karşı diyeceği bir söz, yapacağı bir eylem, her yüzleşme gününde suskun kalanlara, boyun eğenlere karşı dolaşıma çıkaracağı bir öfke vardır çünkü. Eylemini kendisi kalarak gerçekleştirmeyi, öfkesini sözcüklere bürüyerek biriktirmeyi, sözünü çoğu kez yalın söylemeyi yeğlese de, onlarla kıyıcının, zorbanın, işgalcinin ve suskunluğun üstüne yürürken yalınayak değildir. Çıkarıp kafalarına fırlatacağı bir ayakkabısı her zaman vardır."
Yitirdiğimiz tüm aydınlık savaşçıları ışıklar içinde uyusun.
Sivas Katliamını Anlamak
Ülkemizde, 1950’lerden başlayarak özellikle 1960 sonrasının gerici oluşumlarından beslenerek 1980’ler sonrası belirginleşen ve Kanlı Pazarlara, Çorum, Maraş, Sivas ve Gazi katliamlarına yol açan kültürsüzleştirme, yozlaştırma politikaları bugün de kıyasıya sürmektedir. Türkiye bulunduğu coğrafya içinde, her türlü siyasi baskıya maruz kalarak, küresel güçlerin arzu ettiği şekilde değişmeye zorlanmaktadır. Yaşamakta olduğumuz süreç, küreselleştirilen devletlerin, küresel güçlerin istedikleri yapıya bürünmesi için siyasi, askeri ve ekonomik olarak tehdit edildiği bir dönemi beraberinde getirmiştir.
Küresel sermaye ise, ülkemize işsizliği arttırarak işgücünü daha da ucuzlatmak, faizle, döviz politikalarıyla, yatırımları etkisizleştirmek ve mevcut kuruluşların tasfiyesini sağlamak için kurtarıcı bir Mesih maskesiyle gelmektedir. Kıt kaynaklarla ve güçlüklerle kurulmuş olan oluşumlar küresel sermayeye peşkeş çekilmekte, yeraltı ve yerüstü kıymetlerimiz talan edilerek, özelleştirmelerle, IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla parayı bastırana haraç mezat satılmaktadır.
Bugüne kadar yapılan dayatmalar, çifte standartlar ve iki yüzlü anlayışlarla Türkiye, AB kapısında oyalanmaktadır. AB ülkeleri, ardı arkası kesilmeyen taleplerle, Lozan’ı ortadan kaldırıp Sevr’i hortlatmanın peşindedirler.
Borç-Faiz-Özelleştirme-Küreselleşme sarmalı içinde kıvranan milletlerin, değerleri bir bir uluslararası güçlerin eline geçmekte, işsizlik, yolsuzluk, yoksulluk ve toplumsal çözülmeler çığ gibi büyümektedir. Bu güçlere direnen ülkeler de askeri müdahalelerle, zorlamayla ve savaşlarla ele geçirilmektedir.
Yakın gelecekteki planda minimal boyutlarda, tarih-kimlik-kültür-dil bazında Kabile devletleri tasarlanmakta, suni tarihler-kimlikler-kültürler ve diller yaratılmakta, bu anlamda planlı ve sistematik projeler yürütülmektedir. Bu yapay kültürlerin karşısındakileri ise tarihsizleştirme, kimliksizleştirme, kültürsüzleştirme ve dilsizleştirme politikaları uygulanmaktadır. Böylesi toplumlarda çağının farkında olan ve gerek yazdıklarıyla, gerekse duruş ve eylemleriyle sürece karşı tavır alan yazar ve aydınlar, olağanüstü bedeller ödemek zorunda bırakılır. Aydınlanma sürecini tamamlayamamış bizim gibi toplumlarda bu bedel daha da ağırdır. Onlar, yakılır, silahlı ve bombalı saldırılarda yok edilir, zindana atılır, sürgüne yollanır, açlığa ve sefalete mahkûm edilirler.
İnsanlık tarihinde bunun sayısız örnekleri vardır. Ülkemizde de olduğu gibi. Bugün burada 16. yılında lanetlediğimiz Sivas kıyımı da tarihe ateşten harflerle yazılmış bir kara sayfa olarak geçmiştir. 12 yaşında çocukların da içinde olduğu 35 şair, sanatçı ve aydınımızın “cehenneme gidin” nidalarıyla katledildiği bu meşum akşamdan sonra, 8 saat boyunca sessizliğini bozmadan bu kıyıma seyirci kalan iktidar sahiplerinin demeçlerini anımsamak bile, ülkemizin nasıl bir iktidar odağının elinde kıvrandığını ifade etmeye yeter;
Örneğin,Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 'Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz' diyerek ilgilileri uyarıyordu. Demirel'in halktan kastı ise oteli kuşatan saldırgan güruhtu. Başbakan Tansu Çiller ise, 'Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir' diyordu. İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu da, otele yapılan saldırıyı, 'Aziz Nesin'in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir' şeklinde değerlendirmişti. Saldırganları avukat kimliği ile dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan savunuyordu. Karar birçok kez bozuldu ve tekrar tekrar DGM'ye geldi. Ama 35 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın asıl düzenleyicileri ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı.
Şu an içinde yaşadığımız gibi süreçlerde dönen dolapların, oynanan oyunların ayrımında olup, bu oyun ve tuzakların içyüzünü ifşa etmeye çalışan aydın ve yazarlar
Her zaman iktidar odaklarının kara gazabıyla karşı karşıyadırlar. İşte sırf bu nedenle bile dayanışma içinde olmak, belirli sivil toplum kuruluşlarının çatısında ortak hareket edip, etkili tavır koyabilmek de her zamankinden daha fazla önem kazanır.
Bu tür yazar örgütlerinden biri olan Pen Yazarlar Derneği, her ne kadar edebiyatın gelişip yaygınlaşması gibi bir kuruluş amacı önceliği olsa da, Yazarlığın insana, ülkesine ve çağına dair sorumluluk gerektirdiği anlayışıyla hareket etmektedir. Özellikle ülke sorunlarına duyarsız kalınmamak gerektiği üzerinde durarak; bağımsızlık, özgürlük, demokrasi gibi kavramların hayata geçirilmesi için yazarlığı, haksızlıklara baş kaldırma ve özgürleşme isteği içeren bir eylem olarak görmekte ve insanın yaşadığı toplumdan, zamandan ve mekândan soyutlanamayacağını düşünmektedir. Pen Yazarlar Derneği, dün olduğu gibi, bugün de ve yarın da, insana, halkına ve ülkesine karşı olan sorumluluklarının bilincindedir. Pen yönetim kurulu üyeleri, İnsanın insanca yaşaması için gereken yaşam biçiminin tüm yeryüzünde gerçekleşmesi adına yazarlara her zamankinden daha fazla görevlerin düştüğünün ayrımında olarak bir kez daha bu katliamı kınamakta ve lanetlemektedir.
Sözün burasında, son şiir kitabı “Yaralı Semah”la Sivas Katliamının şiirini yazan ve 2 Temmuz acısına nazire olsun der gibi bugün (2 Temmuz) toprağa verdiğimiz Sevgili Kemal Özer’i dünya şiir günü için kaleme aldığı bildiriden bir alıntıyla anmak gerek.
“Yedi canlıdır şiir. Bunca sömürü ve yoksulluğun insana yaşamı dar ettiği, işkence ve savaşlarla bunca zulmün, zorbalığın, kıyımın yeryüzünü kana boğduğu günlerde şiirin payına da canından olanların acısı düşer, soluğunun önüne birtakım engeller dikilir. Ama her keresinde yeniden canlanacaktır o. Ama her keresinde yeniden canlanacaktır o, yüzleşmek için ayağa yeniden kalkacaktır.
Her yüzleşme gününde kıyıcıya, zorbaya, işgalciye karşı diyeceği bir söz, yapacağı bir eylem, her yüzleşme gününde suskun kalanlara, boyun eğenlere karşı dolaşıma çıkaracağı bir öfke vardır çünkü. Eylemini kendisi kalarak gerçekleştirmeyi, öfkesini sözcüklere bürüyerek biriktirmeyi, sözünü çoğu kez yalın söylemeyi yeğlese de, onlarla kıyıcının, zorbanın, işgalcinin ve suskunluğun üstüne yürürken yalınayak değildir. Çıkarıp kafalarına fırlatacağı bir ayakkabısı her zaman vardır."
Yitirdiğimiz tüm aydınlık savaşçıları ışıklar içinde uyusun.