Bu yıl 5.'si gerçekleştirilen Akyaka Uluslararası Edebiyat Günleri'nin sonuç bildirisini Adnan Binyazar kaleme aldı. Bildiriyi sizlerle paylaşıyoruz.
Kültür, insanlığın ortak emeğinin ürünüdür. Her toplum, oluşturduğu kültürel ortama, algılamasına, duyumsama gücüne, yaratıcı yeteneğine göre, yeni üretimlerle bu ürünü besleyip geliştirir.
Kültürel üretimin en etkili aracı bilimdir, tekniktir, sanattır, edebiyattır. Bilimle teknik, toplumların daha çok işleyişinde etkisini gösterir. Geliştirdiği yöntemlerle insanlığa daha rahat yaşamanın yollarını açar.
Sanatla edebiyat ise yaratıcılığın, insanı insana yaklaştırmanın, toplumlararası dostlaşmayı sağlamanın, hoşgörülü bir dünya kurmanın aracıdır. Düşünselliğin, bireysel ve evrensel bağlamda duygu derinliklerini irdelemenin kaynağı sanat ve edebiyatın yaratıcı gücünde aranmalıdır.
İnsan hep değişimin ardında olmuştur. Bu yüzden yaratılışın sağladığı koşullarıyla yetinmez; resim-yontu-şiir-roman-müzik; sanatın her alanıyla üretimde bulunarak varoluşuna yeni varoluşlar katar. Erasmus, “Hayvan, hayvan olarak doğar; insan, insan olarak doğmaz, oluşturulur.” diyor. İnsanın “oluşumu”, düşüncelerini, duygularını geliştirip onu evrensel boyutlar kazandırmasıyla sağlar. Bu da bir dil ürünü olan edebiyatla gerçekleştirilebilir.
Ancak bu anlamda oluşmuş toplumlar arasında kültürel etkileşimden söz edilebilir. Sanatsal yaratının kaynağı olan duyguların da, düşüncelerin de dili ortaktır. Ortak dil denince, her toplumun aynı ölçüde kavradığı bir dil anlaşılmasın. Bu anlayışta bir dil, Amerika’nın dayatmak istediği İngilizcedir. Ortak dil-ortak edebiyat, toplumların başka toplumların anlayabileceği, onlara ışık tutacak bir düşünce-duygu yaratması biçiminde algılanmalıdır. Bunu da, anadillerini geniş kavram zenginliğiyle geliştiren toplumlar başarıyor.
Uygarlık, dillerin, o dille yaratılan düşünce-duygu ürünlerinin birbirini tanımasıyla başlamıştır. Her dil, birbirinin kavramsal anlatı dünyasıyla daha da zenginleşir. Bizde felsefe, çeviri, tiyatro, roman, şiir, deneme, eleştiri dili kavramsal yönden büyük gelişim gösterdi. Bunun nedeni belki şu olabilir: Bir dildeki kavram zenginliği, başka dilleri geliştirmeye zorlar. Bir dil, öbür dilin kavramlarıyla karşılaştırıldığında, darlıklar ancak yeni sözcükler yaratılarak aşılır.
Türkçe yüzyıllarca, ancak Arapçanın, Farsçanın yedeğinde sanatsal üretime yönelmiştir. Böylece ancak belirli kesimlerin anladığı bir edebiyat üretildi. Etkileşim gücü olmayan o edebiyatı bugün ancak işin uzmanları anlayıp yorumlayabiliyor. Oysa edebiyatın temel işlevi iletişimi, etkileşimi gerçekleştirmektir. Dil gelişmeyince edebiyat da gelişmiyor.
Don Quijote’yi okurken bir Anadolu ozanını okumuşçasına mutlu oluyorum. Cervantes, etkileşimi sağlam bir roman koymuş ortaya. Çağlar boyunca da değerinden bir şey yitirmiyor. Don Quijote ta Endülüs dönemi Arap anlatıcılarının geleneğini sürdürüyor. Binbir Gece Masalları’ndan izler taşıyor. Cervantes’in dilinin bir yanı Avrupa, öbür yanı Arap anlatılarında. Bu, romanın tarihle bile etkileşiminin olduğunu gösteriyor.
Etkileşim gelişmiş diller arasında daha yoğun. Bu da, toplumlar arasında karşılıklı algılama kavramları oluşmasından doğuyor. Türkçe, bugün nerdeyse bütün dillerdeki kavramları karşılayacak bir gelişme yolu izliyor. Çevirmenler, karşılığında zorlandıkları sözcükleri, Türkçenin üreme yeteneğinden yararlanarak yeniden üretip, okuru çevirdikleri dilin insanına daha yakın kılıyorlar.
Sanatın da, edebiyatın da işlevi, dünyada yaşayan bütün insanları duyguda, düşüncede bir araya getirmektir. İnsanlık barışının sağlanması böyle bir etkileşime bağlıdır. Onun içindir ki, emperyalistler, silah patronları her çağda sanata, edebiyata düşman kesilmişlerdir. Düşünmenin önü alınamayacağına göre, insan var oldukça edebiyat da var olacaktır.
Kültür: İnsanlığın Ortak Emeğinin Ürünü...
Bu yıl 5.'si gerçekleştirilen Akyaka Uluslararası Edebiyat Günleri'nin sonuç bildirisini Adnan Binyazar kaleme aldı. Bildiriyi sizlerle paylaşıyoruz.
Kültür, insanlığın ortak emeğinin ürünüdür. Her toplum, oluşturduğu kültürel ortama, algılamasına, duyumsama gücüne, yaratıcı yeteneğine göre, yeni üretimlerle bu ürünü besleyip geliştirir.
Kültürel üretimin en etkili aracı bilimdir, tekniktir, sanattır, edebiyattır. Bilimle teknik, toplumların daha çok işleyişinde etkisini gösterir. Geliştirdiği yöntemlerle insanlığa daha rahat yaşamanın yollarını açar.
Sanatla edebiyat ise yaratıcılığın, insanı insana yaklaştırmanın, toplumlararası dostlaşmayı sağlamanın, hoşgörülü bir dünya kurmanın aracıdır. Düşünselliğin, bireysel ve evrensel bağlamda duygu derinliklerini irdelemenin kaynağı sanat ve edebiyatın yaratıcı gücünde aranmalıdır.
İnsan hep değişimin ardında olmuştur. Bu yüzden yaratılışın sağladığı koşullarıyla yetinmez; resim-yontu-şiir-roman-müzik; sanatın her alanıyla üretimde bulunarak varoluşuna yeni varoluşlar katar. Erasmus, “Hayvan, hayvan olarak doğar; insan, insan olarak doğmaz, oluşturulur.” diyor. İnsanın “oluşumu”, düşüncelerini, duygularını geliştirip onu evrensel boyutlar kazandırmasıyla sağlar. Bu da bir dil ürünü olan edebiyatla gerçekleştirilebilir.
Ancak bu anlamda oluşmuş toplumlar arasında kültürel etkileşimden söz edilebilir. Sanatsal yaratının kaynağı olan duyguların da, düşüncelerin de dili ortaktır. Ortak dil denince, her toplumun aynı ölçüde kavradığı bir dil anlaşılmasın. Bu anlayışta bir dil, Amerika’nın dayatmak istediği İngilizcedir. Ortak dil-ortak edebiyat, toplumların başka toplumların anlayabileceği, onlara ışık tutacak bir düşünce-duygu yaratması biçiminde algılanmalıdır. Bunu da, anadillerini geniş kavram zenginliğiyle geliştiren toplumlar başarıyor.
Uygarlık, dillerin, o dille yaratılan düşünce-duygu ürünlerinin birbirini tanımasıyla başlamıştır. Her dil, birbirinin kavramsal anlatı dünyasıyla daha da zenginleşir. Bizde felsefe, çeviri, tiyatro, roman, şiir, deneme, eleştiri dili kavramsal yönden büyük gelişim gösterdi. Bunun nedeni belki şu olabilir: Bir dildeki kavram zenginliği, başka dilleri geliştirmeye zorlar. Bir dil, öbür dilin kavramlarıyla karşılaştırıldığında, darlıklar ancak yeni sözcükler yaratılarak aşılır.
Türkçe yüzyıllarca, ancak Arapçanın, Farsçanın yedeğinde sanatsal üretime yönelmiştir. Böylece ancak belirli kesimlerin anladığı bir edebiyat üretildi. Etkileşim gücü olmayan o edebiyatı bugün ancak işin uzmanları anlayıp yorumlayabiliyor. Oysa edebiyatın temel işlevi iletişimi, etkileşimi gerçekleştirmektir. Dil gelişmeyince edebiyat da gelişmiyor.
Don Quijote’yi okurken bir Anadolu ozanını okumuşçasına mutlu oluyorum. Cervantes, etkileşimi sağlam bir roman koymuş ortaya. Çağlar boyunca da değerinden bir şey yitirmiyor. Don Quijote ta Endülüs dönemi Arap anlatıcılarının geleneğini sürdürüyor. Binbir Gece Masalları’ndan izler taşıyor. Cervantes’in dilinin bir yanı Avrupa, öbür yanı Arap anlatılarında. Bu, romanın tarihle bile etkileşiminin olduğunu gösteriyor.
Etkileşim gelişmiş diller arasında daha yoğun. Bu da, toplumlar arasında karşılıklı algılama kavramları oluşmasından doğuyor. Türkçe, bugün nerdeyse bütün dillerdeki kavramları karşılayacak bir gelişme yolu izliyor. Çevirmenler, karşılığında zorlandıkları sözcükleri, Türkçenin üreme yeteneğinden yararlanarak yeniden üretip, okuru çevirdikleri dilin insanına daha yakın kılıyorlar.
Sanatın da, edebiyatın da işlevi, dünyada yaşayan bütün insanları duyguda, düşüncede bir araya getirmektir. İnsanlık barışının sağlanması böyle bir etkileşime bağlıdır. Onun içindir ki, emperyalistler, silah patronları her çağda sanata, edebiyata düşman kesilmişlerdir. Düşünmenin önü alınamayacağına göre, insan var oldukça edebiyat da var olacaktır.
Adnan Binyazar
Akyaka, 23.05.2010