Gecenin yürüyüşünü dile getirensin. Çölün sonsuz gecesini. Ne gece ne de çöl senin som şiirinin dizelerine sızmış değil oysa. Olsa olsa bir tan yolculuğunun tamamlanmışlığının dinginliği kıpırdanır sözcüklerinde.Suyun saydam küheylanlarıyla hışırdayan bir ağacın sesi karışır birbirine. Gözlerimizi yakanın çölün kumları olduğunu sezmemişiz hiç. Şiirinin inceliklerinin, yaşamın bunca somut ve dayanılmaz yanını dile getireceği aklıma gelmezdi. Şiirimin ön bilici yanı hep eksiktir.
“Her yiteni” giyinen şairdir. Her solan, her eksilen sırtındadır şairin.Her gülüş,her iççekiş... “Acıların incecik bürümcüğünü ya da kalın çulunu mutlulukların”şairler yüklenmese kim yüklenecek? Kim bilecek kabuklarımızın nelerden oluştuğunu. Yüzümüzün seğrimez ve sesimiz çıkmaz oluşu üstümüzdeki hangi ağırlıktan?
Sevgili Sait Maden, Şiirin dünyadaki sonsuz kıpırtının bir ucunda dönüp durur. Gökyüzündeki görülmez dönüp duruşu gibi sözcüklerin, som ve ağır. Bir kuyuya bakar gibi bir başdönmesi sarıyor okuru. Ağır ağır. Bir şiir bittikten nice sonra masamın üstünde bir ışık parçası gibi bir tedirginlik: “Kurbağa-gözlü- gündüz”. Ve yitiveriyor korkunun vızıltısı.
Senin o kılı kırk yaran çevirmenliğin ve grafikerliğini anmanın tam yeri. Bir zamanlar hepimizin gözdesiydi yaptığın kitap kapakları. Hazır yazı kalıpları çıktığında sen yazdığın harflerden bir tanesinin bir kenarını bozardın. Çok hafif, belli belirsiz. Elle yazıldığı belli olsun diye. Şiirinin som duvarlarının da en umulmaz tuğlası çınlıyor. Demir ve taş bloklarının arasındaki o kara kristali bulmak olanaksız yoksa. Sen “açıl, ey gizem!” dediğinde duvar yarıldığında.
Dalların kuşlardan yorulmadığı bir bahçe gerek belki şiire. Demir çarıkların delinmediği bir yol şairlere. Nerde ? Nerde?
Sevgili Sait Maden, Düşlerimizi oluşturan her taşın yanındaki ışık incitiyor artık bizi. Uzaktan birileri hep denizi anlatıyor. Umudun kumaşını dokuyan bizler inanmak istiyoruz. Ama sen çölü hatırlatıp uyarıyorsun Çöl aydınlık mı karanlık mı bilemiyorum ama gözlerim batıyor. Gözlerime batan ışıksa gecenin bitişi olmalı zaman. Bir kum tanesiyse gözkapağımı inciten deniz nerede? Yoksa kumsal sandığım kıyı hiç varolmadı mı? Çölün adımları gitgide daha yakınımızda mı?
Sözcükler neden yapılırlar? Acılar, umutlarla kırlangıçlar gibi fırdöndükçe ömrümüzün ufkunda gümüşün değeri bakırdan daha fazla olmayacak sevginin kantarında. Kararır çünkü ikisi de...Zamana dayanan bir kemikten oymak gerek sözverişin mührünü. “Şiirin dip sularında “ paslanmadan ırgalansın diye. Peki ama sözcükler neden... Neden zamanla ufalanırlar.
Sevgili Sait Maden, Şiirin ve çizginin sevgili ustası. Bir masal kuşu kanat çırpıyor uykumuzun bir yanında. Sevincimiz yere çakılmasın diye. Üstümüzde boy veriyor bir alacakaranlık . Bilemiyorum akşam alacası mı, tan ağartısı mı?
Sen söylemişsin ama ben şiire yeterince kulakvermemişim. Yeniden dinliyorum: ”Kentten mi geliyor bu acı /sesler?Sil orayı!Üzgün yüzlere/yer verme,(...)Sil karaltıları, gölgeleri, tep/kilitleri,kapıları, gereksiz!” Artık yitirdiğimiz ne varsa onun ardında olmalıyım, ses, koku, kıpırtı...renk. Özellikle renk. Çünkü çöl yürüyor. Çölün gecesi neredeyse kapımızda.
Sait Maden'e Mektup -Sennur Sezer'den
YÜRÜYEN ÇÖLDEN
SAİT MADEN’E MEKTUP
Merhaba Sayın Sait Maden,
Gecenin yürüyüşünü dile getirensin. Çölün sonsuz gecesini. Ne gece ne de çöl senin som şiirinin dizelerine sızmış değil oysa. Olsa olsa bir tan yolculuğunun tamamlanmışlığının dinginliği kıpırdanır sözcüklerinde.Suyun saydam küheylanlarıyla hışırdayan bir ağacın sesi karışır birbirine.
Gözlerimizi yakanın çölün kumları olduğunu sezmemişiz hiç. Şiirinin inceliklerinin, yaşamın bunca somut ve dayanılmaz yanını dile getireceği aklıma gelmezdi. Şiirimin ön bilici yanı hep eksiktir.
“Her yiteni” giyinen şairdir. Her solan, her eksilen sırtındadır şairin.Her gülüş,her iççekiş...
“Acıların incecik bürümcüğünü ya da kalın çulunu mutlulukların”şairler yüklenmese kim yüklenecek? Kim bilecek kabuklarımızın nelerden oluştuğunu. Yüzümüzün seğrimez ve sesimiz çıkmaz oluşu üstümüzdeki hangi ağırlıktan?
Sevgili Sait Maden,
Şiirin dünyadaki sonsuz kıpırtının bir ucunda dönüp durur. Gökyüzündeki görülmez dönüp duruşu gibi sözcüklerin, som ve ağır. Bir kuyuya bakar gibi bir başdönmesi sarıyor okuru. Ağır ağır. Bir şiir bittikten nice sonra masamın üstünde bir ışık parçası gibi bir tedirginlik: “Kurbağa-gözlü- gündüz”. Ve yitiveriyor korkunun vızıltısı.
Senin o kılı kırk yaran çevirmenliğin ve grafikerliğini anmanın tam yeri. Bir zamanlar hepimizin gözdesiydi yaptığın kitap kapakları. Hazır yazı kalıpları çıktığında sen yazdığın harflerden bir tanesinin bir kenarını bozardın. Çok hafif, belli belirsiz. Elle yazıldığı belli olsun diye. Şiirinin som duvarlarının da en umulmaz tuğlası çınlıyor. Demir ve taş bloklarının arasındaki o kara kristali bulmak olanaksız yoksa. Sen “açıl, ey gizem!” dediğinde duvar yarıldığında.
Dalların kuşlardan yorulmadığı bir bahçe gerek belki şiire. Demir çarıkların delinmediği bir yol şairlere. Nerde ? Nerde?
Sevgili Sait Maden,
Düşlerimizi oluşturan her taşın yanındaki ışık incitiyor artık bizi. Uzaktan birileri hep denizi anlatıyor. Umudun kumaşını dokuyan bizler inanmak istiyoruz. Ama sen çölü hatırlatıp uyarıyorsun Çöl aydınlık mı karanlık mı bilemiyorum ama gözlerim batıyor. Gözlerime batan ışıksa gecenin bitişi olmalı zaman. Bir kum tanesiyse gözkapağımı inciten deniz nerede? Yoksa kumsal sandığım kıyı hiç varolmadı mı? Çölün adımları gitgide daha yakınımızda mı?
Sözcükler neden yapılırlar? Acılar, umutlarla kırlangıçlar gibi fırdöndükçe ömrümüzün ufkunda gümüşün değeri bakırdan daha fazla olmayacak sevginin kantarında. Kararır çünkü ikisi de...Zamana dayanan bir kemikten oymak gerek sözverişin mührünü. “Şiirin dip sularında “ paslanmadan ırgalansın diye. Peki ama sözcükler neden... Neden zamanla ufalanırlar.
Sevgili Sait Maden,
Şiirin ve çizginin sevgili ustası. Bir masal kuşu kanat çırpıyor uykumuzun bir yanında. Sevincimiz yere çakılmasın diye. Üstümüzde boy veriyor bir alacakaranlık . Bilemiyorum akşam alacası mı, tan ağartısı mı?
Sen söylemişsin ama ben şiire yeterince kulakvermemişim. Yeniden dinliyorum:
”Kentten mi geliyor bu acı /sesler?Sil orayı!Üzgün yüzlere/yer verme,(...)Sil karaltıları, gölgeleri, tep/kilitleri,kapıları, gereksiz!”
Artık yitirdiğimiz ne varsa onun ardında olmalıyım, ses, koku, kıpırtı...renk. Özellikle renk. Çünkü çöl yürüyor. Çölün gecesi neredeyse kapımızda.