PEN Genel Sekreteri Sabri Kuşkonmaz Silivri'de Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve Soner Yalçın'ı ziyaret etti. Yazarın alıntı, izlenim ve görüşleri:
SİLİVRİ'DEN KİŞİSEL BİR RAPOR YA DA SİLİVRİ'DE METİNLERARASILIK
Metinlerarası konuma gelmeden önce tutsaklar arası bir aşamadaydım.
Sivri 1 No lu Hapishanesi'nde, 25.12.2012 tarihinde Mustafa Balbay, Soner Yalçın ve Tuncay Özkan ile görüşmeye gittim. PEN'in temel ilkesini bir kez daha hayata geçirmek üzere; tüm düşünce özgürlüğü ihlallerine karşı ayrımsız karşı durmak, ihlale uğrayanın yanında olmak; Türkiye'de ve tüm dünyada.
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan,1 No lu hapishanenin B-Koğuşunda kalıyorlar. Görüş için bildik kayıt işlemleri. Silivri'nin kapıları "iris" tanımlaması ile çalışıyor. Gidenler bilir. Önce gözünüz idare binasında bilgisayar ortamına kaydedilir. Sonra koğuşların girişindeki aygıttaki iki küçük aynaya gözlerinizi yaklaştırarak demir parmaklıklı döner kapının açılmasını sağlarsınız. Kapıları gözleriniz açar yani. Ama benim hafif çekik yörük gözlerim kayıtta da, kapı açmada da her zaman sorun çıkarıyor. Çünkü bu aygıtlar standard, normal gözler için programlanmış...
Görüşe listesini içeri verdiğimde, ilk görüşmeci olarak Tuncay Özkan geldi. Tuncay Özkan beş yılı doldurmuş durumda. Tutuklandığında 387 el defteri, 78 ajanda, beş bin cd ve kanalın bin iki yüz hard diskine el konulmuş. Üzerine gizlilik kaydı konduğu için bunlara halen ulaşamıyor. "Benim özel kayıtlarım devlet sırrı oldu ve bana yasak," diyor. "12 Eylül'de sorular soruluyor ve yanıt isteniyordu, istenen yanıt, istedikleri yanıtlar da olsa," diyor. "Şimdi sizden yanıt istemiyorlar. Soru da sormuyorlar. Sadece "her şeyi biliyoruz" diyorlar," değerlendirmesinde bulunuyor. "Devlet sırrı" olan defterleri, ajandaları kitap yazmak için biriktirdiğini anlatıyor. Dosyadaki sayısız tiraji-komik hukuksuzlukları anlatıyor. Bunlar, aslında onu içerde tutan şeyler. Biz buna o sırada sadece gülüyoruz. Duruşma salonunda İbrahim Şahin'le konuşmasını anlatıyor; "Beni yazdın yazdın, sonunda beni de düşürdün, kendin de düştün," demiş. "Susurluk sürecinde hakkında yazarak, delilleri göstererek mahkum ettirdiğim kişi ile aynı örgütten yargılanıyorum," diyor. Üç bin kişi, "örgütte" her türlü insan var, ama bir tanesi bile bu örgütün varlığını kabul etmiyor, kanıt yok, diyor... Durumun özetini de tek cümlede anlatıyor: "Temel sorun, suç yok, kanıt yok, ama bu siyasi bir dava ve siyasi davalarda suçlama ve suçlama kanıtları asla çürütülemiyor yargıçların gözünde." Ayrılırken, özellikle PEN'in çalışmaları konusunda son derece içten, üstüne basarak anlatıyor. "Ömrümce bu borcu ödeyemem size, asla ödeyemem, desteğiniz çok önemli ve değerli bizim için," diyor.
Tuncay Özkan'dan sonra Mustafa Balbay''la görüşme sırası. Balbay'a özellikle PEN heyetinin Cumhurbaşkanı ile görüşmesi ve Kitap Fuarı etkinlikeri nedeniyle PEN'e bir kez daha teşekkür ediyor. İçerde yalnız olmama duygusunun anlamlı olduğunu anlatıyor. Bir yazar olarak içerde yazamama sıkıntısı var. İçerde yazmak için elle yazmaktan başka yolun olmadığnı, internetin zaten yasak olup, haftada iki saat bilgisayar odasında bilgisayar kullanma izni olduğunu anlatıyor. "Yazara haftada iki saat bilgisayar vermek aslında gerçek bir cezalandırma," diyor. Çünkü orası yüksek güvenlikli cezaevi. Ve tek unsur, güvenlik unsuru. İnsan unsuru yok, yazar unsuru zaten suç! Kendi konumu için yani tutuklu milletvekillliği için, "Birincil sorun hukuksuzluk, tutuklu miletvekilliği ikincil, bu açıdan biz çıkalım, diğerleri kalsın," diyemeyiz diyerek, aslında içerde olmayı hakkettiğini de kanıtlıyor. Mustafa balbay'ın tüm dostlara, herkese gönülden selamalrı var.
Son görüşme, Soner yalçın. Soner Yalçın da özellikle PEN'in son dönem çalışmaları konusunda çok olumlu değerlendirmelerde bulunuyor. Bu konularda son derece ketum olan ve genellikle eleştirel bir tavrı bilinen Soner Yalçın'ın gözünden kendimizi bir kez daha doğru bir düzlemde görüyoruz. Dışarda olanların yaptığı çalışmaların önemi ve yararı konusunda beklentileri konuşuyoruz. Yine bu beklentileri PEN'in karşılayabilmesini dillendiriyoruz. Soner Yalçın'dan da herkese baki selam.
Görüşme sonrası, dışarısı hafif esiyor. Şapkamı yanıma almamışım. Aslında yanımda avukat şapkam var. Sonra, yarım yazarlık-şairlik şapkam. Yarım iletişimcilik. Ve şimdi de sinema öğrenciliği şapkası. Farklı disiplinlerden farklı şapkalar. 1 No' lu cezaevinden baktığınızda, 1 ve 2 no lu hapishaneler dışında, diğer tüm hapishaneler toprağa gömülmüş gibi aşağıda. Kuzey-Kuzey batıya bakan hafif eğimli arazide gizli birer "ceza yerleşkesi" ya da ceza sömürgesi. Eline kamera al, çek film olsun. İçerde duyulan sesleri de ekle: uzaktan duyulan demir kapı açılma kapanma sesleri. Anlaşılmayan insan sesleri, bir de belirsiz bir uğultuyla uğuldayıp duran beton kütle. Bunca yıldan sonra sinema öğrenciliğin taze hevesi ile böyle düşünüyorum belki. Gerçi sinema zehri kırk yıldan önce girmişti kanıma. Patlangıç ovasına pamuk ektiğimiz zamanlarda. Prodenya kurduna karşı kullandığımız folidol şişelerinden kumbara yapıp, o paraları sinema biletine harcadımız zamanlarda. Şişede kalan ölümcül zehir artığı zehirlemedi, ama sinema zehri girdi o zaman kanımıza. O zehir pek çok genç kızın-erkeğin intihar aracı olarak ayrı bir folklorik araştırma konusudur.
Ne tam avukat, ne tam şair-yazar, ne iletişimci, ne de tam sinemacı. Ortada kalma, ya da arafta kalma hali. Metinler arası veya disiplinler arası bir arafta kalmış gibiyim. Şimdi de burada, özgürlükle tutsaklığın arafında. Ben çıkar giderim. Baronun minibüsüyle yada yürüyerek nizamiyeye iner, dışarı çıkarım. İçerdekiler içerde kalır. Böyle bir araf. Kalanla giden arasında. Bu arada Patlangıç neresi derseniz, şimdinin "yeni" Fethiye'nin yarısı olan yer...
PEN Silivri'deydi...
PEN Genel Sekreteri Sabri Kuşkonmaz Silivri'de Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve Soner Yalçın'ı ziyaret etti. Yazarın alıntı, izlenim ve görüşleri:
SİLİVRİ'DEN KİŞİSEL BİR RAPOR YA DA SİLİVRİ'DE METİNLERARASILIK
Metinlerarası konuma gelmeden önce tutsaklar arası bir aşamadaydım.
Sivri 1 No lu Hapishanesi'nde, 25.12.2012 tarihinde Mustafa Balbay, Soner Yalçın ve Tuncay Özkan ile görüşmeye gittim. PEN'in temel ilkesini bir kez daha hayata geçirmek üzere; tüm düşünce özgürlüğü ihlallerine karşı ayrımsız karşı durmak, ihlale uğrayanın yanında olmak; Türkiye'de ve tüm dünyada.
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan,1 No lu hapishanenin B-Koğuşunda kalıyorlar. Görüş için bildik kayıt işlemleri. Silivri'nin kapıları "iris" tanımlaması ile çalışıyor. Gidenler bilir. Önce gözünüz idare binasında bilgisayar ortamına kaydedilir. Sonra koğuşların girişindeki aygıttaki iki küçük aynaya gözlerinizi yaklaştırarak demir parmaklıklı döner kapının açılmasını sağlarsınız. Kapıları gözleriniz açar yani. Ama benim hafif çekik yörük gözlerim kayıtta da, kapı açmada da her zaman sorun çıkarıyor. Çünkü bu aygıtlar standard, normal gözler için programlanmış...
Görüşe listesini içeri verdiğimde, ilk görüşmeci olarak Tuncay Özkan geldi. Tuncay Özkan beş yılı doldurmuş durumda. Tutuklandığında 387 el defteri, 78 ajanda, beş bin cd ve kanalın bin iki yüz hard diskine el konulmuş. Üzerine gizlilik kaydı konduğu için bunlara halen ulaşamıyor. "Benim özel kayıtlarım devlet sırrı oldu ve bana yasak," diyor. "12 Eylül'de sorular soruluyor ve yanıt isteniyordu, istenen yanıt, istedikleri yanıtlar da olsa," diyor. "Şimdi sizden yanıt istemiyorlar. Soru da sormuyorlar. Sadece "her şeyi biliyoruz" diyorlar," değerlendirmesinde bulunuyor. "Devlet sırrı" olan defterleri, ajandaları kitap yazmak için biriktirdiğini anlatıyor. Dosyadaki sayısız tiraji-komik hukuksuzlukları anlatıyor. Bunlar, aslında onu içerde tutan şeyler. Biz buna o sırada sadece gülüyoruz. Duruşma salonunda İbrahim Şahin'le konuşmasını anlatıyor; "Beni yazdın yazdın, sonunda beni de düşürdün, kendin de düştün," demiş. "Susurluk sürecinde hakkında yazarak, delilleri göstererek mahkum ettirdiğim kişi ile aynı örgütten yargılanıyorum," diyor. Üç bin kişi, "örgütte" her türlü insan var, ama bir tanesi bile bu örgütün varlığını kabul etmiyor, kanıt yok, diyor... Durumun özetini de tek cümlede anlatıyor: "Temel sorun, suç yok, kanıt yok, ama bu siyasi bir dava ve siyasi davalarda suçlama ve suçlama kanıtları asla çürütülemiyor yargıçların gözünde." Ayrılırken, özellikle PEN'in çalışmaları konusunda son derece içten, üstüne basarak anlatıyor. "Ömrümce bu borcu ödeyemem size, asla ödeyemem, desteğiniz çok önemli ve değerli bizim için," diyor.
Tuncay Özkan'dan sonra Mustafa Balbay''la görüşme sırası. Balbay'a özellikle PEN heyetinin Cumhurbaşkanı ile görüşmesi ve Kitap Fuarı etkinlikeri nedeniyle PEN'e bir kez daha teşekkür ediyor. İçerde yalnız olmama duygusunun anlamlı olduğunu anlatıyor. Bir yazar olarak içerde yazamama sıkıntısı var. İçerde yazmak için elle yazmaktan başka yolun olmadığnı, internetin zaten yasak olup, haftada iki saat bilgisayar odasında bilgisayar kullanma izni olduğunu anlatıyor. "Yazara haftada iki saat bilgisayar vermek aslında gerçek bir cezalandırma," diyor. Çünkü orası yüksek güvenlikli cezaevi. Ve tek unsur, güvenlik unsuru. İnsan unsuru yok, yazar unsuru zaten suç! Kendi konumu için yani tutuklu milletvekillliği için, "Birincil sorun hukuksuzluk, tutuklu miletvekilliği ikincil, bu açıdan biz çıkalım, diğerleri kalsın," diyemeyiz diyerek, aslında içerde olmayı hakkettiğini de kanıtlıyor. Mustafa balbay'ın tüm dostlara, herkese gönülden selamalrı var.
Son görüşme, Soner yalçın. Soner Yalçın da özellikle PEN'in son dönem çalışmaları konusunda çok olumlu değerlendirmelerde bulunuyor. Bu konularda son derece ketum olan ve genellikle eleştirel bir tavrı bilinen Soner Yalçın'ın gözünden kendimizi bir kez daha doğru bir düzlemde görüyoruz. Dışarda olanların yaptığı çalışmaların önemi ve yararı konusunda beklentileri konuşuyoruz. Yine bu beklentileri PEN'in karşılayabilmesini dillendiriyoruz. Soner Yalçın'dan da herkese baki selam.
Görüşme sonrası, dışarısı hafif esiyor. Şapkamı yanıma almamışım. Aslında yanımda avukat şapkam var. Sonra, yarım yazarlık-şairlik şapkam. Yarım iletişimcilik. Ve şimdi de sinema öğrenciliği şapkası. Farklı disiplinlerden farklı şapkalar. 1 No' lu cezaevinden baktığınızda, 1 ve 2 no lu hapishaneler dışında, diğer tüm hapishaneler toprağa gömülmüş gibi aşağıda. Kuzey-Kuzey batıya bakan hafif eğimli arazide gizli birer "ceza yerleşkesi" ya da ceza sömürgesi. Eline kamera al, çek film olsun. İçerde duyulan sesleri de ekle: uzaktan duyulan demir kapı açılma kapanma sesleri. Anlaşılmayan insan sesleri, bir de belirsiz bir uğultuyla uğuldayıp duran beton kütle. Bunca yıldan sonra sinema öğrenciliğin taze hevesi ile böyle düşünüyorum belki. Gerçi sinema zehri kırk yıldan önce girmişti kanıma. Patlangıç ovasına pamuk ektiğimiz zamanlarda. Prodenya kurduna karşı kullandığımız folidol şişelerinden kumbara yapıp, o paraları sinema biletine harcadımız zamanlarda. Şişede kalan ölümcül zehir artığı zehirlemedi, ama sinema zehri girdi o zaman kanımıza. O zehir pek çok genç kızın-erkeğin intihar aracı olarak ayrı bir folklorik araştırma konusudur.
Ne tam avukat, ne tam şair-yazar, ne iletişimci, ne de tam sinemacı. Ortada kalma, ya da arafta kalma hali. Metinler arası veya disiplinler arası bir arafta kalmış gibiyim. Şimdi de burada, özgürlükle tutsaklığın arafında. Ben çıkar giderim. Baronun minibüsüyle yada yürüyerek nizamiyeye iner, dışarı çıkarım. İçerdekiler içerde kalır. Böyle bir araf. Kalanla giden arasında. Bu arada Patlangıç neresi derseniz, şimdinin "yeni" Fethiye'nin yarısı olan yer...
Selam ve saygıyla,
Sabri Kuşkonmaz
Genel Sekreter