Kadim Mardin kenti öyküsünü betimleyen tarihi roman tarzındaki “Kartal Yuvası” adlı kitabım bu hafta-Peri Yayınları’ndan-piyasaya çıktı. (Yeri gelmişken, kitabımı ilk sıralara koyup basımını sağlayan Peri Yayınları sahibi ve editörü Ahmet Önal’a teşekkür etmeyi bir borç bilirim.)
Stratejik konumu nedeniyle Mardin kenti, tarih boyunca çeşitli devletlerin ele geçirmeyi hedeflediği bir yer olmuştur. Kent bundan dolayıdır ki defalarca kuşatılmış, dinlerin çarpışma alanı olmuştur. Ve belki de bu nedenledir ki bu önemli neden ve coğrafi konum kentin daha büyük bir yerleşim alanı olmasını, bir metropol olmasını engellemiştir.
Kartal Yuvası’nda anlattıklarımız Mardin’in ilginç öyküsüdür. Bu öyküde (600’lü yıllarda henüz Türkler oralarda yoktur) çeşitli ırkların ve dinlerin ilişkileri, çelişkileri, benzerlikleri ve gücü ele geçirme uğraşları anlatılır. Aslında Mardin’in öyküsünü bugüne dek anlatmayı-hikâye etmeyi-hiçbir yazar cesaret etmemiştir. Çünkü dinler ve ırklara rağmen olanları anlatmak ya da bulmak, zor olduğu kadar da diyalog dışı sayılmıştır belki de. Biz dinlerin kutsiyetine inanarak ana öykü örgüsünü pozitif düşüncelerle-olması gereken biçimde-anlatmaya çalıştık. Tabii ki tarihi romanda bizim de bir kurgumuz oldu ve bu kurgu, güçlü surları ile yüksek bir dağın tepesinde bulunan Mardin Kalesi’nin kimsenin almaya gücü yetmeyen duruşunun, heybetinin, baş eğişinin olabilirlik anlatımıdır. Dinlerin mitolojik esintilerinin dışında savaş, barış, anlaşma, çıkar, zarar, korku, çarenin akılla harmanlandığı olay örgüsü böylesi bir hikâyede olabilir(di). Çünkü her türlü kutsallık, kahramanlık, destan ve mitolojinin, olduğu kabul edilenin dışında-aslında olması istenendir!-olabilirliği, bir mantıklı anlatımı vardır. İşte Mardin’in öyküsünü böylesi bir pozitif düşünce alanında kurguladım. Yararlandığım kaynakların (kitapların) yanında anonim olarak anlatılanlar-anlatılanların 600’lü yıllardakilerle giyim kuşam dışında epeyce benzerlikleri vardır-tarihe açılan gedikler gibiydi. 600’lü yıllarda Doğu Roma İmparatorluğunun eyaletlerini aşırı vergilere bağlaması Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt gibi dini zümreleri rahatsız etmiştir. İşte böylesi şartlar İmparatorluğun İslam Arap ordularının istilasına direncini kırmıştır. Ve bizim öykümüz Arap, Süryani, Kürt, Ermeni, Bizans (Yunan), Pers halklarının hâkim olma, yaşama, direnme veya istila eylemlerinin olduğu (Yukarı) Mezopotamya’da yaşananları betimlemektedir. Romanda olayların betimlenmesinde ırklar ve dinler karşısında eşit mesafede olunmuş, akıl ve mantıktan kaçınılmamıştır.
Romanın ana örgüsünü temsil den Mardin Kalesi Osmanlı’ya da damgasını vurarak çeşitli tarihsel faktörlerin etkileşmesine neden olmuştur. Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani köylü ve göçebelerin tarımsal (feodal) ekonomileriyle bağlantılı olarak Kürt, Arap aşiret reislerine verilen aristokrasi unvanlarıyla Ağalık (Beylik) bağımsız bir kurum olarak günümüz Cumhuriyet’ine kadar sürmüştür.(Bugün Mardin Türkiye’nin bir kentidir.) Merkezi yönetimin nerdeyse siyasi, ekonomik ve toplumsal temsilcisi kabul edilen bu yöntem dirlik ve birlik unsuru olarak görülmektedir. Ve yerel aristokrasi ile gelinen noktanın bu bölgede binlerce yıldır olanlardan başka bir şey olmadığıdır. Aşiret, bey, ağa, şeyh, seyyid gibi ilişkilerin bolca yaşandığı Mardin’de Kürtçe, Ermenice ve Arapça’nın yanında İsa’nın dili Aramca’nın (Süryanice) konuşulması bölgedeki otantik dillere bir örnektir. Şu an itibariyle Mardin’de en kalabalık etnik grup Sünni Kürtlerdir. Mardin merkezinde bazı Kürtler Araplaşmıştır. Ayrıca bölgede uzun yıllar “güneşe ve ateşe tapanların dini” olarak bilinen Şemsilik (Zerdüştlük), “Şeytanı melek sayanların dini” olan Yezidilik (kimine göre “İslamiyet’ten sapma” kimilerine de bir “Kürt dini” sayılır), Hıristiyanlık ve Yahudilik birlikte uzun yıllar, arkaik inanç ve dinler olarak birlikte yaşayabilmiştir.
Nihayet biz bu garip kentimiz Mardin’in öyküsünü yazmaya çalışırken tüm etnik gruplara ve dinlere hoşgörüyle sığındık. Bugün Türk, Kürt, Arap, Ermeni (yok denecek kadar azdırlar), Süryani etnik gruplarının kardeşçe yaşadığı Mardin’in yazmaya çalıştığım öyküsü, okurlarımı heyecanlı bir zaman tüneline sokacağı düşüncesindeyim. Ve bu kitap rahiplerle dolu surların içinde, Roma kuvvetlerinin ve İslam komutanlarının anahtarı elinde mücadelesini anlatır. Şemsilerin ve Yahudilerin zayıflığının yanında, itaat edenlere barışla yaklaşma, direnenlere de kılıçla yok etmenin yolları sanki kendiliğinden açılmıştır bu öyküde.
Bülent Tekin'in Yeni Kitabı "Kartal Yuvası"
KARTAL YUVASI -MARDİN TARİHÇEDİR-
Kadim Mardin kenti öyküsünü betimleyen tarihi roman tarzındaki “Kartal Yuvası” adlı kitabım bu hafta-Peri Yayınları’ndan-piyasaya çıktı. (Yeri gelmişken, kitabımı ilk sıralara koyup basımını sağlayan Peri Yayınları sahibi ve editörü Ahmet Önal’a teşekkür etmeyi bir borç bilirim.)
Stratejik konumu nedeniyle Mardin kenti, tarih boyunca çeşitli devletlerin ele geçirmeyi hedeflediği bir yer olmuştur. Kent bundan dolayıdır ki defalarca kuşatılmış, dinlerin çarpışma alanı olmuştur. Ve belki de bu nedenledir ki bu önemli neden ve coğrafi konum kentin daha büyük bir yerleşim alanı olmasını, bir metropol olmasını engellemiştir.
Kartal Yuvası’nda anlattıklarımız Mardin’in ilginç öyküsüdür. Bu öyküde (600’lü yıllarda henüz Türkler oralarda yoktur) çeşitli ırkların ve dinlerin ilişkileri, çelişkileri, benzerlikleri ve gücü ele geçirme uğraşları anlatılır. Aslında Mardin’in öyküsünü bugüne dek anlatmayı-hikâye etmeyi-hiçbir yazar cesaret etmemiştir. Çünkü dinler ve ırklara rağmen olanları anlatmak ya da bulmak, zor olduğu kadar da diyalog dışı sayılmıştır belki de. Biz dinlerin kutsiyetine inanarak ana öykü örgüsünü pozitif düşüncelerle-olması gereken biçimde-anlatmaya çalıştık. Tabii ki tarihi romanda bizim de bir kurgumuz oldu ve bu kurgu, güçlü surları ile yüksek bir dağın tepesinde bulunan Mardin Kalesi’nin kimsenin almaya gücü yetmeyen duruşunun, heybetinin, baş eğişinin olabilirlik anlatımıdır. Dinlerin mitolojik esintilerinin dışında savaş, barış, anlaşma, çıkar, zarar, korku, çarenin akılla harmanlandığı olay örgüsü böylesi bir hikâyede olabilir(di). Çünkü her türlü kutsallık, kahramanlık, destan ve mitolojinin, olduğu kabul edilenin dışında-aslında olması istenendir!-olabilirliği, bir mantıklı anlatımı vardır. İşte Mardin’in öyküsünü böylesi bir pozitif düşünce alanında kurguladım. Yararlandığım kaynakların (kitapların) yanında anonim olarak anlatılanlar-anlatılanların 600’lü yıllardakilerle giyim kuşam dışında epeyce benzerlikleri vardır-tarihe açılan gedikler gibiydi. 600’lü yıllarda Doğu Roma İmparatorluğunun eyaletlerini aşırı vergilere bağlaması Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt gibi dini zümreleri rahatsız etmiştir. İşte böylesi şartlar İmparatorluğun İslam Arap ordularının istilasına direncini kırmıştır. Ve bizim öykümüz Arap, Süryani, Kürt, Ermeni, Bizans (Yunan), Pers halklarının hâkim olma, yaşama, direnme veya istila eylemlerinin olduğu (Yukarı) Mezopotamya’da yaşananları betimlemektedir. Romanda olayların betimlenmesinde ırklar ve dinler karşısında eşit mesafede olunmuş, akıl ve mantıktan kaçınılmamıştır.
Romanın ana örgüsünü temsil den Mardin Kalesi Osmanlı’ya da damgasını vurarak çeşitli tarihsel faktörlerin etkileşmesine neden olmuştur. Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani köylü ve göçebelerin tarımsal (feodal) ekonomileriyle bağlantılı olarak Kürt, Arap aşiret reislerine verilen aristokrasi unvanlarıyla Ağalık (Beylik) bağımsız bir kurum olarak günümüz Cumhuriyet’ine kadar sürmüştür.(Bugün Mardin Türkiye’nin bir kentidir.) Merkezi yönetimin nerdeyse siyasi, ekonomik ve toplumsal temsilcisi kabul edilen bu yöntem dirlik ve birlik unsuru olarak görülmektedir. Ve yerel aristokrasi ile gelinen noktanın bu bölgede binlerce yıldır olanlardan başka bir şey olmadığıdır. Aşiret, bey, ağa, şeyh, seyyid gibi ilişkilerin bolca yaşandığı Mardin’de Kürtçe, Ermenice ve Arapça’nın yanında İsa’nın dili Aramca’nın (Süryanice) konuşulması bölgedeki otantik dillere bir örnektir. Şu an itibariyle Mardin’de en kalabalık etnik grup Sünni Kürtlerdir. Mardin merkezinde bazı Kürtler Araplaşmıştır. Ayrıca bölgede uzun yıllar “güneşe ve ateşe tapanların dini” olarak bilinen Şemsilik (Zerdüştlük), “Şeytanı melek sayanların dini” olan Yezidilik (kimine göre “İslamiyet’ten sapma” kimilerine de bir “Kürt dini” sayılır), Hıristiyanlık ve Yahudilik birlikte uzun yıllar, arkaik inanç ve dinler olarak birlikte yaşayabilmiştir.
Nihayet biz bu garip kentimiz Mardin’in öyküsünü yazmaya çalışırken tüm etnik gruplara ve dinlere hoşgörüyle sığındık. Bugün Türk, Kürt, Arap, Ermeni (yok denecek kadar azdırlar), Süryani etnik gruplarının kardeşçe yaşadığı Mardin’in yazmaya çalıştığım öyküsü, okurlarımı heyecanlı bir zaman tüneline sokacağı düşüncesindeyim. Ve bu kitap rahiplerle dolu surların içinde, Roma kuvvetlerinin ve İslam komutanlarının anahtarı elinde mücadelesini anlatır. Şemsilerin ve Yahudilerin zayıflığının yanında, itaat edenlere barışla yaklaşma, direnenlere de kılıçla yok etmenin yolları sanki kendiliğinden açılmıştır bu öyküde.
Bülent Tekin