“Türkiye’de yazınsal eleştirinin tarihi pek yenidir; zira okuma kültürümüz tek başına yazar merkezli ve çoğunlukla ‘anlatma’ zeminine odaklanmış durumdadır. Yazarla birlikte metni bütün bir kültürel boyutlarıyla çözümleme edimi, örneği pek az olan, bakış açısı geniş eleştirmenlerin çabalarıyla çoğalıyor.
Alper Akçam, zengin yazınsal çabasını, eleştirel okuma kültürümüzün yetkinleşmesine yönlendirerek, Orhan Kemal gibi edebiyatımızın her döneminde tarihsel bir izdüşümle güncel olabilmeyi yansıtma yetkinliğine sahip ustasını, yazınsallığını var eden dil üzerinden irdeliyor. Ünlü dilbilimci V. Nikolayeviç Voloşinov’un kavramsallaştırdığı diyalojik perspektif yöntemi ve onun da dahil olduğu kültürbilimci Bahtin’in çıkarımlarından yola çıkarak Orhan Kemal’i sadece bir roman yazarı, senarist veya öykücü olarak değil; bütün bu yazınsal çabalarının bileşiminde kültür insanı portresi olarak görmemiz gerekliğinden hareketle yapıtlarındaki gizil gücü anlamamıza katkıda bulunuyor. Bu çaba, kültür dünyamıza çeyrek yüzyıldan
daha fazla bir zamandır egemen kılınmış zihinsel ataletin kırılmasına da katkıdır. Hayatı ile sanatı arasında sentetik hiçbir bağa izin vermeyip; anlatıcısıyla kahraman ve karakterleri aynı düzlemde tutma adaletiyle edebiyatımızda egemen olanın değil estetik olanın, tutuk ve kekeme olanın değil çoğul söylem zenginliğinde konuşabilenin imkanlarını yaratmış bir yazarın oluştuğu ama aynı zamanda da oluşturduğu kültürel perspektifi kavramamıza katkıda bulunuyor. Bu çaba, bize, edebiyatımızın bir büyük ustasını kavramak yanı sıra, edebi birikimimizin derinlikli kaynaklarını görebilmek imkanı da tanımaktadır. Alper Akçam, bu kapsamlı çalışmasında; hayatı tüm anlam boyutlarıyla kavramaya çalışan bir edebiyat insanı olarak, doğrudan Orhan Kemal’in metinlerine odaklanarak nesnel eleştirinin/ değerlendirmenin de hakkını veriyor.”
Metin Turan
Orhan Kemal’in ayrıcalığı, onun Türk edebiyatındaki farklı yerini hemen her dönemde koruyabilmiş olmasından gelir, diyebiliriz. O, günün moda akımlarının yıpratıcı etkisinden uzakta kalmayı, edebiyatımız için bir “klasik” olmayı başarmıştır... Orhan Kemal’in yapıtları, iki haneli rakamlara varmış yeni baskılarıyla, televizyon dizilerindeki kullanımlarıyla, güncel kültür ortamımızda da var olmaya devam ediyor.
Orhan Kemal’e bu “genel” ve farklı sevgiyi, “toplumsal benimsenmeyi” kazandıran güç nedir acaba? Bu soruya bugüne kadar doyurucu bir yanıt verilemedi. Eleştirinin görevi tam da bu noktada başlıyor olmalı. Onun yazınsallığındaki ana damarları bulmak, bugüne kadar farkına varılamamış anlam boyutlarına ulaşmak ve onu yaşadığımız çağa güncellenmiş çözümleme çabalarıyla katmak…
Orhan Kemal’i “ölümsüz” kılan elbette ki onun dilidir. Bu dilin ana özelliği de farklı söylemlere, bir arada ve “kendileri olarak” yer verebilmesidir, diyebiliriz. Orhan Kemal’in, farklı söylem türlerini anlam dünyamıza taşıyan bu tarzı, kültürbilimci Mihail Bahtin’in deyimiyle, “toplumun tarihinden dilin tarihine geçişi sağlayan uyarıcı kayış”a devinim sağlar, bugün ile toplumsal geçmiş arasında sürekli yaşayan, çoğalan bir ilişki kurmuş olur... Tüm insani bilimlerde diyalektiğin özü olan diyalog, Orhan Kemal metinlerinde en canlı örnekleriyle yer alır… Orhan Kemal diyaloglarında, anlatıcı ve kahramanlar dışında, arka planda gözlemci olarak yer alan “üçüncü” kişi, göreli gerçekliktir; insanlığını hiç yitirmemiş, mülke değil insana öncelik tanıyan adaletli bir tarih mahkemesidir…
Orhan Kemal’in çocukluk anıları, bu bilge kişiliğin içsel kurulumu üzerine önemli ipuçları da vermektedir… Evde, özellikle de büyük oğlu üzerinde otoriter bir yapıyı temsil eden baba, okul yerine futbola daha çok ilgi gösteren Raşit’i (Orhan Kemal) sıkıştırmaktadır; “Dünyada herkesin rızkı başka yollardan” der; “Kimisi bakkal, kimisi kunduracı, kimisi çiftçi, kimisi bey, paşa…
(…) Söyle, sen ne olmak istiyorsun? Korkma, fikrini söyle. Uzatmayalım, babama amele olacağımı söylemiş bulundum.” Orhan Kemal, tüm zorba seslerin, tekil dillerin, ukala bilmişliklerin ve kendini otorite sayan bildirimlerin karşısında yer alır. Onun anlam dünyası, bitip tükenmek bilmeyen bir çoğulluk içinde belirlenir. “(…) filozofun işi sözcüklerin farklı kullanım şekillerini ayırt ederek bizi gizemlerimizden arındırmaktır” diyen Wittgenstein’in Kral Lear’dan yaptığı bir alıntıyı, Orhan Kemal’in sesinden duyarız: “Size farklılıkları öğreteceğim.” Orhan Kemal, yaşamı boyunca, hem yazınsal duruşu, hem politik seçimleri ile kendine özgü bir yer tutmuş, bir sanatçı olarak, kendi deyimiyle, “Kimsenin arabasına binmemiş”, “hele hele bindiği ya da binmek zorunda kaldığı arabanın da düdüğünü çalmamış” tır…
“Orhan Kemal bütün yaşamı boyunca feleğe minnet etmemiş, kendisine bir arka bulmayı alçaklık saymış bir insandır.” İçinde doğup büyüdüğü Çukurova kültürünün bu “delikanlıca manifestosu” karşısında, bize de “Dillerine Kurban” demek düşüyor!
Alper Akçam'dan Orhan Kemal Üzerine: DİLLERİNE KURBAN
“Türkiye’de yazınsal eleştirinin tarihi pek yenidir; zira okuma kültürümüz tek başına yazar merkezli ve çoğunlukla ‘anlatma’ zeminine odaklanmış durumdadır. Yazarla birlikte metni bütün bir kültürel boyutlarıyla çözümleme edimi, örneği pek az olan, bakış açısı geniş eleştirmenlerin çabalarıyla çoğalıyor.
Alper Akçam, zengin yazınsal çabasını, eleştirel okuma kültürümüzün yetkinleşmesine yönlendirerek, Orhan Kemal gibi edebiyatımızın her döneminde tarihsel bir izdüşümle güncel olabilmeyi yansıtma yetkinliğine sahip ustasını, yazınsallığını var eden dil üzerinden irdeliyor. Ünlü dilbilimci V. Nikolayeviç Voloşinov’un kavramsallaştırdığı diyalojik perspektif yöntemi ve onun da dahil olduğu kültürbilimci Bahtin’in çıkarımlarından yola çıkarak Orhan Kemal’i sadece bir roman yazarı, senarist veya öykücü olarak değil; bütün bu yazınsal çabalarının bileşiminde kültür insanı portresi olarak görmemiz gerekliğinden hareketle yapıtlarındaki gizil gücü anlamamıza katkıda bulunuyor. Bu çaba, kültür dünyamıza çeyrek yüzyıldan
daha fazla bir zamandır egemen kılınmış zihinsel ataletin kırılmasına da katkıdır. Hayatı ile sanatı arasında sentetik hiçbir bağa izin vermeyip; anlatıcısıyla kahraman ve karakterleri aynı düzlemde tutma adaletiyle edebiyatımızda egemen olanın değil estetik olanın, tutuk ve kekeme olanın değil çoğul söylem zenginliğinde konuşabilenin imkanlarını yaratmış bir yazarın oluştuğu ama aynı zamanda da oluşturduğu kültürel perspektifi kavramamıza katkıda bulunuyor. Bu çaba, bize, edebiyatımızın bir büyük ustasını kavramak yanı sıra, edebi birikimimizin derinlikli kaynaklarını görebilmek imkanı da tanımaktadır. Alper Akçam, bu kapsamlı çalışmasında; hayatı tüm anlam boyutlarıyla kavramaya çalışan bir edebiyat insanı olarak, doğrudan Orhan Kemal’in metinlerine odaklanarak nesnel eleştirinin/ değerlendirmenin de hakkını veriyor.”
Metin Turan
Orhan Kemal’in ayrıcalığı, onun Türk edebiyatındaki farklı yerini hemen her dönemde koruyabilmiş olmasından gelir, diyebiliriz. O, günün moda akımlarının yıpratıcı etkisinden uzakta kalmayı, edebiyatımız için bir “klasik” olmayı başarmıştır... Orhan Kemal’in yapıtları, iki haneli rakamlara varmış yeni baskılarıyla, televizyon dizilerindeki kullanımlarıyla, güncel kültür ortamımızda da var olmaya devam ediyor.
Orhan Kemal’e bu “genel” ve farklı sevgiyi, “toplumsal benimsenmeyi” kazandıran güç nedir acaba? Bu soruya bugüne kadar doyurucu bir yanıt verilemedi. Eleştirinin görevi tam da bu noktada başlıyor olmalı. Onun yazınsallığındaki ana damarları bulmak, bugüne kadar farkına varılamamış anlam boyutlarına ulaşmak ve onu yaşadığımız çağa güncellenmiş çözümleme çabalarıyla katmak…
Orhan Kemal’i “ölümsüz” kılan elbette ki onun dilidir. Bu dilin ana özelliği de farklı söylemlere, bir arada ve “kendileri olarak” yer verebilmesidir, diyebiliriz. Orhan Kemal’in, farklı söylem türlerini anlam dünyamıza taşıyan bu tarzı, kültürbilimci Mihail Bahtin’in deyimiyle, “toplumun tarihinden dilin tarihine geçişi sağlayan uyarıcı kayış”a devinim sağlar, bugün ile toplumsal geçmiş arasında sürekli yaşayan, çoğalan bir ilişki kurmuş olur... Tüm insani bilimlerde diyalektiğin özü olan diyalog, Orhan Kemal metinlerinde en canlı örnekleriyle yer alır… Orhan Kemal diyaloglarında, anlatıcı ve kahramanlar dışında, arka planda gözlemci olarak yer alan “üçüncü” kişi, göreli gerçekliktir; insanlığını hiç yitirmemiş, mülke değil insana öncelik tanıyan adaletli bir tarih mahkemesidir…
Orhan Kemal’in çocukluk anıları, bu bilge kişiliğin içsel kurulumu üzerine önemli ipuçları da vermektedir… Evde, özellikle de büyük oğlu üzerinde otoriter bir yapıyı temsil eden baba, okul yerine futbola daha çok ilgi gösteren Raşit’i (Orhan Kemal) sıkıştırmaktadır; “Dünyada herkesin rızkı başka yollardan” der; “Kimisi bakkal, kimisi kunduracı, kimisi çiftçi, kimisi bey, paşa…
(…) Söyle, sen ne olmak istiyorsun? Korkma, fikrini söyle. Uzatmayalım, babama amele olacağımı söylemiş bulundum.” Orhan Kemal, tüm zorba seslerin, tekil dillerin, ukala bilmişliklerin ve kendini otorite sayan bildirimlerin karşısında yer alır. Onun anlam dünyası, bitip tükenmek bilmeyen bir çoğulluk içinde belirlenir. “(…) filozofun işi sözcüklerin farklı kullanım şekillerini ayırt ederek bizi gizemlerimizden arındırmaktır” diyen Wittgenstein’in Kral Lear’dan yaptığı bir alıntıyı, Orhan Kemal’in sesinden duyarız: “Size farklılıkları öğreteceğim.” Orhan Kemal, yaşamı boyunca, hem yazınsal duruşu, hem politik seçimleri ile kendine özgü bir yer tutmuş, bir sanatçı olarak, kendi deyimiyle, “Kimsenin arabasına binmemiş”, “hele hele bindiği ya da binmek zorunda kaldığı arabanın da düdüğünü çalmamış” tır…
“Orhan Kemal bütün yaşamı boyunca feleğe minnet etmemiş, kendisine bir arka bulmayı alçaklık saymış bir insandır.” İçinde doğup büyüdüğü Çukurova kültürünün bu “delikanlıca manifestosu” karşısında, bize de “Dillerine Kurban” demek düşüyor!
Alper Akçam
Kasım 2012, Ankara