Odatv'den yazar Mümtaz İdil Benazir'i şu satırlarla anlatı:
KADINLARIN UMUTLARI NE ZAMAN ÇİÇEĞE DURACAK
Nehir ve Benazir...
İki müthiş metafor...
İkisi birbiriyle özdeşleşiyor ve Pakistan’ı boydan boya el ele koşarak geçiyorlar, Hint Okyanusu’na birlikte atlıyorlar. “Benazir”, Yaşar Seyman’ın daha raflara bile dizilmeden elime aldığım en son kitabı.
Kitabın iki kahramanı var, daha doğrusu iki metaforu: İndüs Nehri ve Benazir... Öyle ki, İndüs aktıkça Benazir de onunla birlikte akıyor. Her ikisi de kendileri için sonsuzluğa doğru gidiyorlar. Biri Pakistan’ın en uzun nehri, diğeri Müslüman bir ülkenin ilk kadın Başbakanı, biri Umman denizine dökülüyor ve kimliği değişiyor, diğerinin vücudu paramparça olup gökyüzüne dağılıyor ve kimliği değişiyor.
Her ikisi de hala yaşıyor ama artık ne Umman Denizi’nde İndüs’ü, ne de Pakistan’da Benazir’i görüyoruz. Yaşar Seyman’ın “Benazir” kitabı, son yıllarda büyük ilgi gören “Biyografik Roman” sınıfından sayılır. Ancak kitapta, diğer biyografik romanlardan farklı olarak üçüncü bir kahraman daha çıkıyor sessizce ve alçak gönüllülükle: Yaşar Seyman.
Böylelikle ortaya, türünün belki de ilk örneklerinden “epik” biyografik roman çıkıyor. Didaktik bir anlatım kullanılmadığı ve yazarın sık sık yaşama (ve elbette kitaba) müdahalesiyle ortaya çıkan Benazir Bhutto’nun zaten renkli olan yaşamı Amazonların renk cümbüşüne dönüşüyor. İşte o zaman anlıyorsunuz İndüs Nehri ile Benazir arasındaki koşutluğu... Seyman, zaman zaman kendini anlatıyor, zaman zaman kendisiyle Benazir’i özdeşleştiriyor, kimi zaman Benazir’i yalnız bırakıyor ve ona anlattırıyor her şeyi ve kimi zaman da Benazir’i sıkıştırıyor, sorguluyor.
Bir kadının en zor anlatacağı şeylerden biridir başka bir kadını anlatmak. Duygular girer devreye, başarılar, hoşluklar, kıskançlıklar, kadınsı hırçınlıklar... Ama Seyman burada büyük bir ustalıkla kendini kenara çekiyor ve sırtından Benazir’i bizim önümüze itiyor ve diyor ki, işte “kadın” budur! Kitabı elinize alıp da Benazir’in yaşamının derinliklerine girdiğinizde, birden karşınıza Pir Sultan Abdal çıkıyor: “Kış ola bağlana yolların dostum.” Sayfaları deviriyorsunuz, babası Zülfikar Ali Bhutto’nın idamını anlatıyor Benazir, parmağındaki yüzüğü sorguluyor derken bir bakıyorsunuz karşınızda Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idamları...
Bir dolu sayfa geçiyorsunuz hayatında babasından sonra kendisini etkileyen ikinci erkekle, Asıf Ali Zerdari ile aşkını buluyorsunuz, ama durmuyor Seyman, Benazir’in “fal” tutkusunu araya çatık kaşlı bir eleştiriyle sokuşturuveriyor.
Her üçü de koşuyor romanda. Her üçü de nereye gittiğini biliyor. İndüs Nehri de, Benazir de Hint Okyanusu’nun sıcak sularına koşuyorlar... Arkalarında Yaşar Seyman. Yapacağı bir şey yok. Ne Benazir’i durdurabilir ne İndüs’ün önüne atlayabilir. O sadece ne olacağını merakla bekleyen bir gözlemci. Dönüp kendi ülkesindeki olaylarla Pakistan halkını karşılaştırıyor. Benazir kendi ülkesinde olsa neler olurduyu sorguluyor, içten içe ve satır aralarında böyle bir özlemi dile getiriyor. Ama şunun çok iyi farkında Seyman, bir biyografi yazıyor ve kurallarına uymak zorunda.
Hissediyorsunuz yazılanlardan: Ne kadar çok istiyor Benazir’i yatağında huzur içinde öldürmeyi...
Ama biyografi romanı yazıyorsanız eğer, tıpkı Yaşar Seyman’ın yaptığı gibi içine kendinizi de, İndüs Nehri’ni de, kahramanınızı da soksanız, hiçbirinin kaderini değiştiremezsiniz. Seyman kenarda durup onların el ele Hint Okyanusu’nun sonsuzluğuna atladıklarını görüyor. Benazir’in bombayla parçalanan vücudunu İndüs Nehri’nin sularında serinletiyor. Seyman’ın bu isteğini, kitabın sonlarına doğru anlattığı “Benazir’in okyanus yankısı” bölümünde anlıyorsunuz ancak.
Bir yandan Benazir Bhutto’yu anlatıyor Seyman, onu İndüs Nehri ile özdeşleştiriyor, ama diğer yandan da “kadını” anlatıyor. Türkiye’nin en büyük yaralarından olan kadın sorununu Benazir üzerinden irdeliyor. Kadının yüceliğini onun üzerinden belleklere taşıyor ve erkek egemen toplumlarda bir kadının neler başarabileceğini anlatıyor. Bu didaktik bir anlatım olmadığı için, bölümler birbirine eklendikçe bilmecenin bütünü ortaya çıkıyor. Ziya Ül-Hak’ı tanıyorsunuz arada ama aynı zamanda Pakistan’daki kadın sorunu da irdeleniyor.
Ve soruyor Seyman: “Doğu’yu yönetmeye aday kadınların umutları ne zaman çiçeğe duracak?” Sahi, ne zaman duracak?
Yaşar Seyman'ın yeni çalışması "Benazir" yayımlandı
Odatv'den yazar Mümtaz İdil Benazir'i şu satırlarla anlatı:
KADINLARIN UMUTLARI NE ZAMAN ÇİÇEĞE DURACAK
Nehir ve Benazir...
İki müthiş metafor...
İkisi birbiriyle özdeşleşiyor ve Pakistan’ı boydan boya el ele koşarak geçiyorlar, Hint Okyanusu’na birlikte atlıyorlar. “Benazir”, Yaşar Seyman’ın daha raflara bile dizilmeden elime aldığım en son kitabı.
Kitabın iki kahramanı var, daha doğrusu iki metaforu: İndüs Nehri ve Benazir... Öyle ki, İndüs aktıkça Benazir de onunla birlikte akıyor. Her ikisi de kendileri için sonsuzluğa doğru gidiyorlar. Biri Pakistan’ın en uzun nehri, diğeri Müslüman bir ülkenin ilk kadın Başbakanı, biri Umman denizine dökülüyor ve kimliği değişiyor, diğerinin vücudu paramparça olup gökyüzüne dağılıyor ve kimliği değişiyor.
Her ikisi de hala yaşıyor ama artık ne Umman Denizi’nde İndüs’ü, ne de Pakistan’da Benazir’i görüyoruz. Yaşar Seyman’ın “Benazir” kitabı, son yıllarda büyük ilgi gören “Biyografik Roman” sınıfından sayılır. Ancak kitapta, diğer biyografik romanlardan farklı olarak üçüncü bir kahraman daha çıkıyor sessizce ve alçak gönüllülükle: Yaşar Seyman.
Böylelikle ortaya, türünün belki de ilk örneklerinden “epik” biyografik roman çıkıyor. Didaktik bir anlatım kullanılmadığı ve yazarın sık sık yaşama (ve elbette kitaba) müdahalesiyle ortaya çıkan Benazir Bhutto’nun zaten renkli olan yaşamı Amazonların renk cümbüşüne dönüşüyor. İşte o zaman anlıyorsunuz İndüs Nehri ile Benazir arasındaki koşutluğu... Seyman, zaman zaman kendini anlatıyor, zaman zaman kendisiyle Benazir’i özdeşleştiriyor, kimi zaman Benazir’i yalnız bırakıyor ve ona anlattırıyor her şeyi ve kimi zaman da Benazir’i sıkıştırıyor, sorguluyor.
Bir kadının en zor anlatacağı şeylerden biridir başka bir kadını anlatmak. Duygular girer devreye, başarılar, hoşluklar, kıskançlıklar, kadınsı hırçınlıklar... Ama Seyman burada büyük bir ustalıkla kendini kenara çekiyor ve sırtından Benazir’i bizim önümüze itiyor ve diyor ki, işte “kadın” budur! Kitabı elinize alıp da Benazir’in yaşamının derinliklerine girdiğinizde, birden karşınıza Pir Sultan Abdal çıkıyor: “Kış ola bağlana yolların dostum.” Sayfaları deviriyorsunuz, babası Zülfikar Ali Bhutto’nın idamını anlatıyor Benazir, parmağındaki yüzüğü sorguluyor derken bir bakıyorsunuz karşınızda Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idamları...
Bir dolu sayfa geçiyorsunuz hayatında babasından sonra kendisini etkileyen ikinci erkekle, Asıf Ali Zerdari ile aşkını buluyorsunuz, ama durmuyor Seyman, Benazir’in “fal” tutkusunu araya çatık kaşlı bir eleştiriyle sokuşturuveriyor.
Her üçü de koşuyor romanda. Her üçü de nereye gittiğini biliyor. İndüs Nehri de, Benazir de Hint Okyanusu’nun sıcak sularına koşuyorlar... Arkalarında Yaşar Seyman. Yapacağı bir şey yok. Ne Benazir’i durdurabilir ne İndüs’ün önüne atlayabilir. O sadece ne olacağını merakla bekleyen bir gözlemci. Dönüp kendi ülkesindeki olaylarla Pakistan halkını karşılaştırıyor. Benazir kendi ülkesinde olsa neler olurduyu sorguluyor, içten içe ve satır aralarında böyle bir özlemi dile getiriyor. Ama şunun çok iyi farkında Seyman, bir biyografi yazıyor ve kurallarına uymak zorunda.
Hissediyorsunuz yazılanlardan: Ne kadar çok istiyor Benazir’i yatağında huzur içinde öldürmeyi...
Ama biyografi romanı yazıyorsanız eğer, tıpkı Yaşar Seyman’ın yaptığı gibi içine kendinizi de, İndüs Nehri’ni de, kahramanınızı da soksanız, hiçbirinin kaderini değiştiremezsiniz. Seyman kenarda durup onların el ele Hint Okyanusu’nun sonsuzluğuna atladıklarını görüyor. Benazir’in bombayla parçalanan vücudunu İndüs Nehri’nin sularında serinletiyor. Seyman’ın bu isteğini, kitabın sonlarına doğru anlattığı “Benazir’in okyanus yankısı” bölümünde anlıyorsunuz ancak.
Bir yandan Benazir Bhutto’yu anlatıyor Seyman, onu İndüs Nehri ile özdeşleştiriyor, ama diğer yandan da “kadını” anlatıyor. Türkiye’nin en büyük yaralarından olan kadın sorununu Benazir üzerinden irdeliyor. Kadının yüceliğini onun üzerinden belleklere taşıyor ve erkek egemen toplumlarda bir kadının neler başarabileceğini anlatıyor. Bu didaktik bir anlatım olmadığı için, bölümler birbirine eklendikçe bilmecenin bütünü ortaya çıkıyor. Ziya Ül-Hak’ı tanıyorsunuz arada ama aynı zamanda Pakistan’daki kadın sorunu da irdeleniyor.
Ve soruyor Seyman: “Doğu’yu yönetmeye aday kadınların umutları ne zaman çiçeğe duracak?”
Sahi, ne zaman duracak?
ODATV
MÜMTAZ İDİL
ahmetmumtazidil@gmail.com