Değmez Kelimelerin gücüne, edebiyatın büyüsüne inancını koruyanlar için… Benim için çizdiğin kader planını kabul etmiyorum! “Tanrı, insanın ölümsüzlüğe varmış halinden başka bir şey değil” diye cevaplıyordu beni Selman Dermanî. “Ölüm ile kesilen bir hayatın hiçbir anlamı yoktur. Değmez... Bütün bu çabalara, sağalmaya, hasta olmaya, iyileşmeye, çalışmaya, mülk edinmeye, çocuk yapmaya, âşık olmaya değmez. Lisan öğrenmeye, şiir okumaya, saz dinlemeye, mutlu olmaya değmez. Ancak ölümsüzlük varsa bu dünya hayatının bir anlamı olabilir. Kendimi yeniden, sıfırdan üretmeyi istiyorum. Bunu yapacağım. Hakkım! Kadere teslim olacaksak mağaralara dönelim, haydi!..” İnsan yalnızca bir kez “Değmez” diyebilir, ikinci kez bunu tekrarlıyorsa sahtekârdır. İlk söylediği anda kalemini kırmıştır zaten. Aras Nehri’nin dibinde buz tabakasının altında bir adam yatıyor: Bir edip. Faruk Ferzan. “Ne oldu bana? Öldüm mü?” diye soruyor kendi kendine… Öldü mü? Ölmediyse birinin onu kurtarması gerekecek. Yola devam etmesi gerekecek. Aşk yaşanmaya değerse bunu yapmalı… El çabukluğuyla bizi efsunlayan bir yazar var karşımızda… Fennî Sihirler yapan bir sihirbaz!.. İsmail Güzelsoy, Değmez’de hayatın en büyük iki sırrının, aşkın ve ölümün dansını koyuyor sahneye. Kelimelerin gücüne, edebiyatın büyüsüne inancını koruyanlar için…
Değil Efendi'nin Renk ve Korku Meselleri
Felek bize hikâyeler vesilesiyle göz kırpar! İskender, Ninno’yu ve korkunun çekiciliğini düşünüyordu hâlâ... Korkunun açıklanamaz, erotik bir yanı vardı. Bizi ürperttiği ölçüde kışkırtan, baştan çıkaran bir şey... Peki neden? Bir yanımız içten içe korkmak mı istiyordu? Korku bir ihtiyaç mıydı? Dehşet anları neden gönül maceralarımızdan daha derin izler bırakıyordu bizde? Bütün bu soruları sormuş ve cevabını bulabilmiş birileri var mıydı bu dünyada?
Komünist şair İskender Sof, “yarı resmi karanlık çevreler"tarafından takip edilmektedir. Peşindeki iki MİT ajanından kurtulmak için trende tanıştığı ihtiyar kalpazan Sincap’ın önerisiyle Iğdır’a gider. Amacı, kışları buz tutan Aras Irmağı üzerinden Sovyet Rusya’ya kaçmaktır. Oysa Iğdır’da onu bekleyen başka tehlikeler de vardır: Bir vampir... Onu öldürmek için peşine düşen Mit Osman... Görür görmez kalbini çalacak bir güzel... Ve korkunun ta kalbine yapacağı bir yolculuk...
İskender Sof’un hikâyesini son çağdaş meddah Değil Efendi anlatıyor bize.
Gölge
Hikayemiz namusumuzdur… Gölgen hep yanımda olacak... Herkesin gizli bir şarkısı vardır, ömrünce içinde taşır, bazen öyle derine gömer ki zamanla kendi de unutur onu. Ta ki aynı şarkıyla sarhoş olan biriyle rastlaşana kadar. Biz aynı şarkıyla kederlenmiş, ağlamışız bir zaman. Sana o yüzden inandım. Biliyorum, başka bir zamanda söylenmiş –söylenecek ya da söylenmekte olan– şarkıyla, birbirini tanımadan birlikte dans eden insanlarız. Yüzünü göremiyorum, gözlerim gözlerine değmeden konuşuyorum, bunu hiç sevmiyorum ama buraya kadar ulaştığına göre iyi biri olmalısın. Neden seninle hikâyemi paylaşmam gerektiğini bilmiyorum ama istediğini yapacak, hatırlayabildiğim her şeyi anlatacağım şimdi. Anlamak için acele etme. Bazı şeyleri anlamadan da severiz ya. İnsanları mesela... Aşk başka ne ki?
İstanbul semalarında iki minare arasına gerilmiş ipte yürüyen bir çocuk ve bir maymun... İki can dostu... Oradan şehri seyrediyorlar... Aşkı, günahı, ölümü boynuna kolye gibi asmış İstanbul’u... Şehrin hikâyesi bir zaman sonra onların hikâyesi olacak çünkü...
Edebiyatımızın en güçlü seslerinden olan İsmail Güzelsoy Gölge ile yazarlık serüveninde doruğa ulaşıyor... Aşk var bu romanda. Şefkat var. Ölümsüzlük peşinde gizemli bir cemiyet. Rüyaların dilini çözmeye çalışan insanlar. Ve ölümün bile sona erdiremediği bir dostluk...
İsmail Güzelsoy'un yeni kitapları...
Değmez
Kelimelerin gücüne, edebiyatın büyüsüne inancını koruyanlar için…
Benim için çizdiğin kader planını kabul etmiyorum!
“Tanrı, insanın ölümsüzlüğe varmış halinden başka bir şey değil” diye cevaplıyordu beni Selman Dermanî. “Ölüm ile kesilen bir hayatın hiçbir anlamı yoktur. Değmez... Bütün bu çabalara, sağalmaya, hasta olmaya, iyileşmeye, çalışmaya, mülk edinmeye, çocuk yapmaya, âşık olmaya değmez. Lisan öğrenmeye, şiir okumaya, saz dinlemeye, mutlu olmaya değmez. Ancak ölümsüzlük varsa bu dünya hayatının bir anlamı olabilir. Kendimi yeniden, sıfırdan üretmeyi istiyorum. Bunu yapacağım. Hakkım! Kadere teslim olacaksak mağaralara dönelim, haydi!..”
İnsan yalnızca bir kez “Değmez” diyebilir, ikinci kez bunu tekrarlıyorsa sahtekârdır. İlk söylediği anda kalemini kırmıştır zaten.
Aras Nehri’nin dibinde buz tabakasının altında bir adam yatıyor: Bir edip. Faruk Ferzan. “Ne oldu bana? Öldüm mü?” diye soruyor kendi kendine… Öldü mü? Ölmediyse birinin onu kurtarması gerekecek. Yola devam etmesi gerekecek. Aşk yaşanmaya değerse bunu yapmalı…
El çabukluğuyla bizi efsunlayan bir yazar var karşımızda… Fennî Sihirler yapan bir sihirbaz!..
İsmail Güzelsoy, Değmez’de hayatın en büyük iki sırrının, aşkın ve ölümün dansını koyuyor sahneye.
Kelimelerin gücüne, edebiyatın büyüsüne inancını koruyanlar için…
Değil Efendi'nin Renk ve Korku Meselleri
Felek bize hikâyeler vesilesiyle göz kırpar!
İskender, Ninno’yu ve korkunun çekiciliğini düşünüyordu hâlâ...
Korkunun açıklanamaz, erotik bir yanı vardı.
Bizi ürperttiği ölçüde kışkırtan, baştan çıkaran bir şey...
Peki neden?
Bir yanımız içten içe korkmak mı istiyordu?
Korku bir ihtiyaç mıydı?
Dehşet anları neden gönül maceralarımızdan daha derin izler bırakıyordu bizde?
Bütün bu soruları sormuş ve cevabını bulabilmiş birileri var mıydı bu dünyada?
Komünist şair İskender Sof, “yarı resmi karanlık çevreler"tarafından takip edilmektedir.
Peşindeki iki MİT ajanından kurtulmak için trende tanıştığı ihtiyar kalpazan Sincap’ın önerisiyle Iğdır’a gider. Amacı, kışları buz tutan Aras Irmağı üzerinden Sovyet Rusya’ya kaçmaktır. Oysa Iğdır’da onu bekleyen başka tehlikeler de vardır: Bir vampir...
Onu öldürmek için peşine düşen Mit Osman...
Görür görmez kalbini çalacak bir güzel...
Ve korkunun ta kalbine yapacağı bir yolculuk...
İskender Sof’un hikâyesini son çağdaş meddah Değil Efendi anlatıyor bize.
Gölge
Hikayemiz namusumuzdur…
Gölgen hep yanımda olacak...
Herkesin gizli bir şarkısı vardır, ömrünce içinde taşır, bazen öyle derine gömer ki zamanla kendi de unutur onu. Ta ki aynı şarkıyla sarhoş olan biriyle rastlaşana kadar. Biz aynı şarkıyla kederlenmiş, ağlamışız bir zaman. Sana o yüzden inandım. Biliyorum, başka bir zamanda söylenmiş –söylenecek ya da söylenmekte olan– şarkıyla, birbirini tanımadan birlikte dans eden insanlarız. Yüzünü göremiyorum, gözlerim gözlerine değmeden konuşuyorum, bunu hiç sevmiyorum ama buraya kadar ulaştığına göre iyi biri olmalısın. Neden seninle hikâyemi paylaşmam gerektiğini bilmiyorum ama istediğini yapacak, hatırlayabildiğim her şeyi anlatacağım şimdi. Anlamak için acele etme. Bazı şeyleri anlamadan da severiz ya. İnsanları mesela... Aşk başka ne ki?
İstanbul semalarında iki minare arasına gerilmiş ipte yürüyen bir çocuk ve bir maymun... İki can dostu... Oradan şehri seyrediyorlar... Aşkı, günahı, ölümü boynuna kolye gibi asmış İstanbul’u... Şehrin hikâyesi bir zaman sonra onların hikâyesi olacak çünkü...
Edebiyatımızın en güçlü seslerinden olan İsmail Güzelsoy Gölge ile yazarlık serüveninde doruğa ulaşıyor... Aşk var bu romanda. Şefkat var. Ölümsüzlük peşinde gizemli bir cemiyet. Rüyaların dilini çözmeye çalışan insanlar.
Ve ölümün bile sona erdiremediği bir dostluk...